7 Kasım 2022 Pazartesi
NİĞDE MİSLİ İLKOKULU MEZUNİYET TÖRENİ
3 Kasım 2022 Perşembe
İNCECİKTEN BİR KAR YAĞAR MİSLİ OVASINA
23 Şubat 1958 Pazar, Misli Niğde…
Bu sabah tuvalete gitmek için dışarı çıktığımda Dağ taş beyazlara bürünmüş. Bir de poyraz çıkmış mı yuvasından. Karları söküp söküp yerlerinden savuruyor göklere.
Tuvalete ulaşıncaya kadar yerden savrulmasam da aklıma Karacaoğlan’ın bir dörtlüğü geldi.
İncecikten bir kar yağar,
Tozar Elif Elif diye,
Deli gönül abdal olmuş,
Gezer Elif Elif diye…
Elif diye bir sevgilim yoktu ama sevgiliye götürecek önemli bir araç vardı.
Sevgilimiz okul, eğitim ve bilgi olmalıydı.
İncecikten bir kar yağar, tozar okul okul diye…
Dizelerini kafamda oluşturdum. Eğitim ve Öğretim, uygulamalı bilgi ve bilim kurtuluşumuz olacaktı. Çağdaş Medeniyetler seviyesine ulaşmanın yolu bilgi ve bilimden geçiyordu.
Köy Enstitüleri ve ardılları olan Öğretmen Okulları bu amaçla kurulmuş ve varlığını sürdürüyordu. Bu okullardan mezun olmuş öğretmenlerimiz, bizim gibi fukara çocuklarının yanı sıra geri kalmış Anadolu çocuklarına da sahip çıkıyorlardı.
Osmaniye
ve Mersin’de kaldığımız üç yıl süresince kar görmemiştik.
İncecikten yağmakta ve tozmakta olan kar birden aklıma Bulgaristan
Karagözler Köyü
ve karlı kış günlerini getirdi.
Karlı kış günlerini özlemiştim. Karlı kış günleriyle birlikte ailemi de bir bütün olarak özlemiştim. Anam, babam ve iki kardeşimle birlikte beş kişilik bir aileydik Bulgaristan’da.
En küçük kardeşimiz Şaban’ı Elbistan köylerinde toprağa vermiştik göç sırasında. Şimdi de babam yoktu aramızda. İş bulmak için Mersin’e gitmişti.
Ailemiz hep eksik kalmıştı Bulgaristan’dan göçtükten sonra. Hüzünlendim birden. Hüzünlendim ama çabucak kurtarmalıydım kendimi hüznümden. Anam farkına varırsa, kaybettiğimiz en küçük oğlu Şaban için dövünmeye başlardı yine.
Tuvaletten döndüğümde kardeşimle anam uyuyordu. Üstelik bu gün günlerden Pazar’dı. Uyusunlardı…
Dışarıdaki bembeyaz karın aydınlığı pencereden içeri vurmuştu. Omuzlarıma kadar yatağın içine girdikten sonra sol yanımda bulunan ‘’Hatırat Defteri’’ ile kurşun kalemi alarak Bor 29 Ekim İlkokulu’ndan Misli İlkokulu’na gelişimizi yazmaya başladım.
Bor’dan Misli ‘ye geleli 30 günden fazla oldu. Eve bir çuval un, bir çuval mercimek, yağ, biraz şeker ve bir çuval patatesin yanı sıra yakacak olarak da en az bir ay yetecek kadar tezek ve saman aldıktan sonra Mersin’e gitti babam.
Az daha unutuyordum. Fitilli gece lambamız için de yeterince gaz almıştı.
Köydeki ilk günlerimiz oldukça zor geçti. Bor, Kayabaşı ve arkadaşlarımızı özlüyorduk. Özlüyorduk çünkü ne zaman hüzünlensek ya da neşelensek kendimizi Kayabaşı’nda bulurduk.
Hafif bulutlu bir akşamüzeri batarken Ufuk çizgisini yarılayan güneş, yepyeni umutların habercisi edasıyla yıldızların parlaklığına bırakırdı geceyi…
Geceler bile umut doluydu Kayabaşı’nda…
Misli’ de umutsuz başlamıştık günlere ve okula…
Yine de çabuk toparlandık. Hatice Teyzenin oğlu hiç yalnız bırakmadı bizi. Aynı yaşta ve aynı sınıfta olmamız büyük avantajdı. Bu kez dördüncü ve beşinci sınıflar aynı sınıfta ders görüyorduk. Dördüncü sınıflar ders yaparken beşinci sınıflar ödev yapmaktaydı.
Bu uygulamanın olumlu bir yönü vardı, evde ödev yapmak zorunda kalmıyorduk. Kalan zamanlarımızı kitap okuyarak ve köyün mağaralarını keşfederek değerlendiriyorduk. Kapadokya yöresi ve Misli Köyü kaynaklı bazı kitaplar da vermişti öğretmenimiz.
Yaklaşık 2 ay sonra da gelmiş olsak, okulumuza uyum sağlamamız kolay oldu. Oldu çünkü Bor’da babamın bahçesine baktığı emekli Türkçe Öğretmeni Necati beyin bize verdiği kitapları okumanın yanı sıra, okul açılmadan aldığı ders kitaplarını da gözden geçirerek okula hazırlıklı olarak başlamış olmak bizi sınıfın en iyileri arasına sokmuştu. Misli ’ye de hazırlıklı gelmiştik yani…
Üstelik köydeki öğrencilere göre bilgi yönünden de daha iyi olduğumuzu görmüştük. Sosyalleşme yönünden de Osman çok yardımcı olmuştu. Annesi Hatice Teyze de annemin yalnızlığını gidermişti.
Okulumuzun Başöğretmeni Bayezid Tuna dördüncü ve beşinci sınıfların sınıf öğretmeniydi. İlk bir hafta on günde dikkatini ve ilgisini çekmiştik kardeşimle. Dikkatini çekmiştik ki bizimle özel olarak ilgilenmiş, hem okulun hem de kendi kitaplığından bize uygun kitaplar vermeye başlamıştı.
Anılarımı yazmaya çalıştığım ‘’Hatırat Defteri’’ yaprakları bittiği için yazmayı bıraktım. Bu arada anam kalkmış, kahvaltı hazırlamaya başlamıştı. Bir süre sonra kardeşim Mustafa da uyandı.
-Yine bir şeyler yazdın değil mi, ben de okuyabilir miyim?
Dedi. Kardeşim anılarla uğraşmazdı. Yazdıklarımı okuduktan sonra da,
-Bunlara nasıl zaman ayırıyorsun?
Dedi ve tuvalete gitti. Tuvaletten döndükten sonra,
-Güzel kar yağmış birader. Kahvaltıdan sonra kaymaya gidelim.
-Olur, Mustafa.
Dedikten sonra kahvaltı sofrasına oturduk…
29 Ekim 2022 Cumartesi
BEŞİNCİ SINIF YARIYIL TATİLİNDEYİZ
9 Ocak 1958 Pazar, Misli (Konaklı)…
Dün karnelerimizi alarak yarıyıl tatiline girdik. Bor’dan Misli ‘ye geleli bir buçuk ay olmuş. 1957-58 Eğitim ve Öğretim yılının birinci dönemin yarısını Bor 29 Ekim İlkokulu’nda diğer yarısını da Misli İlkokulu’nda tamamladık.
Okul ve öğretmenlerimize uyum sağladığımız gibi karnelerimizdeki bütün notlarımız ‘’Pekiyi’’ idi.
Bayezid Tuna öğretmenimiz başarımızdan ötürü bizi kutladı, örnek öğrenci olarak gösterdi ve alınlarımızdan öptü.
Bayrak merasiminden sonra da odasına çağırarak tatilde okumamız için birkaç kitap verdi. Teşekkür ettikten sonra ellerini öperek okuldan ayrıldık.
Eve geldiğimizde kapıda heyecanla bizi karşılayan anam karnelerimizi sordu. Gülerek, neşe içinde,
-Bütün derslerimizden Pekiyi aldık Ana.
Dedik. Gözleri parladı, yüzünde mutlu bir gülümseme belirdi. Anamın da okuma yazması yoktu, babam zaten çat pat askerde öğrenmişti. Bizlerin okuması önemliydi.
Bizlerin başarısı her karneden sonra anamla babamı sevindirmiş ve gururlandırmıştı. Anam bizleri öptükten sonra
-Babanızdan mektup var yine. Okuyun bakalım. Haberler hayırlı mı? Ben de çok merak ettim babanızı.
Dedi. 15 gün önce de babamdan hem mektup hem de bir miktar para gelmişti ancak durumuyla ilgili ayrıntılı bilgi yoktu.
Bu mektubunda sürekli bir işe girdiğini, önümüzdeki ay yine para göndereceğini yazıyordu.
Karne sevinci üzerine babamdan aldığımız haberler de güzel olunca, hep birlikte neşe içinde yemeğimizi yedik. Yemekten sonra anam,
-Mehmet, mağaradan biraz tezekle saman getir. Evimiz soğudu, biraz sobayı yakalım.
-Hemen Ana. Şimdi gider getiririm.
Diyerek evden çıktım.
Oldukça soğuk ve karlı bir kış mevsimi geçiriyoruz. Köyümüz yaklaşık 60 cm kalınlığında karla örtülü, her taraf bembeyaz. Kızakla kaymak, kartopu oynamak için ideal bir ortam ayazlar olmasa.
Dağlarla çevrili Misli Ovası kara iklimi kuşağında bulunuyor. Kar yağdıktan sonra atmosferde yeterli nem ya da su buharı yok. nem ve su buharı yerine yağmaya hazır buz kristalleri var. Bu nedenle şiddetli ayazlar oluyor.
Şiddetli ayazların olduğu bu dönemde evlerimizde yakacak olarak evin altındaki mağarada sadece saman ve tezek var. Köyde odun ve kömür kullanılmıyor. Odun bulunsa da çok pahalı olmalı, bizim aileye göre değil.
Yakıt olarak Saman ve Tezek…
Saman alevi gibi deyimi tam da bizim evdeki kuzine sobasında kullandığımız saman ve tezek için geçerli. Tezekler tutuştuktan yarım sonra biter, kül olur.
Odun ve kömür gibi uzun süreli enerji vermez. Bu nedenle, saman ve tezekten elde edilen enerjiyi çok verimli kullanmak zorundayız. Öncelikle soba boruları odada çok dolanacak şekilde yapılandırılmalı ki enerji birden atmosfere gitmesin.
Odada dolanan kızgın soba boruları kızılötesi ışıma yaparak odaya ısı enerjisi aktarır.
Odadaki nem oranı da önemlidir.
Oda çok nemli değilse ısıtmak, sıcaklığı 15 derecenin üzerine çıkarmak daha kolaydır. Öyledir çünkü sobanın verdiği enerji yalnız odadaki hava molekülleri için harcanır. Odadaki havanın sıcaklığını arttırmak kolay ve hızlı olur.
Bu nedenle, pencereyi açıp havalandırarak evin içindeki nem oranını düşük tutmaya çalışıyoruz…
Bayezid öğretmenimiz derste anlatmıştı. Nemli ortamlarda kullanılan sobalardaki yakıtlardan elde edilen ısı enerjisi hava moleküllerinin yanı sıra nemi oluşturan su moleküllerinin sıcaklığını arttırmak için de harcanır.
Nemli odalarda sıcaklığı arttırmak için daha çok yakıta ihtiyaç vardır. Odalarınızı sıkça havalandırın ki hem ısınması kolaylaşsın hem de temiz havaya kavuşun demişti.
Nefeslerimizle birlikte oda atmosferine verdiğimiz su buharı odadaki nem oranını arttırıyor. Nemi azaltmak için evi sıkça havalandırıyoruz. Sobadaki saman ve tezek yandıktan bir süre sonra evde ılıman iklim ortamı oluşuyor.
Matematik ve kompozisyon gibi derslerimizi bu sıcak ortamda yapıyoruz. Oda sıcaklığı oldukça düştüğünde ise yatağın içine girerek Tarih, Coğrafya ve Türkçe gibi okuma derslerini çalışıyoruz.
Ödevlerimiz bittikten sonra hareketli kalmanın yollarını buluyoruz. Mustafa ”Haydi birader, kızak kaymaya gidelim.” Diyor. ”Olur, Mustafa.” Dedikten sonra kızaklarımızla dışarı çıkıyoruz…
KARAKIŞ 1957 MİSLİ NİĞDE
8 Aralık 1957 Pazar öğleden sonra, Misli…
Günlerdir yağmakta olan kar, dün öğleden sonra şiddetini arttırmıştı. Bütün gece uğuldayarak, ıslık çalarak, savrularak ve tipiye dönüşerek yağış sürdü.
Sabaha karşı tuvalet için dışarı çıktığımda bütün köyün beyaz bir yorganla kaplandığını gördüm. Üstelik hava da yumuşamıştı. Geri döndüğümde tekrar yattım.
Anamın ”Mehmet, Mustafa…Kalkın artık, kahvaltı hazır.” sesiyle uyandık. Elimizi yüzümüzü yıkayıp, giyindikten sonra yer sofrasına oturduk. Anam tarhana çorbası yapmıştı. yanında kara buğday ekmeği de vardı.
Kahvaltıdan sonraki öncelikli görevimiz ödevlerimizdi.
Ödevlerimiz bittikten sonra babamın üç yıl önce yaptığı tahta kızaklarımızı kaparak kardeşimle çıktık evden. Köyün çocukları çoktan çıkmış, çığlık çığlığa karda koşuyor, yuvarlanıyor, arkadaşlarına kartopu atıyor ve tepeye doğru sürüklüyordu kızaklarını.
Hüyük İstasyonu yolunun sağ tarafında, yukarı mahalle dediğimiz yerde, eğimi oldukça yeterli bir tepe vardı kaymak için. Başlangıç noktası seçilmişti kaymak isteyenler için.
Çocuklardan bazıları tahta kızaklar yerine plastik leğenleri, bazıları da çoklu binmeler için tahta merdivenleri kapıp gelmişlerdi. Küçük kardeşlerini yanlarında getiren arkadaşlarımız da vardı.
Kardeşlerini oyalamak için, düzlük bir meydanda kardan adam yapmaya başlamışlardı.
Ocaklardan getirilmiş olan kömürler burun, ağız ve gözler için kullanılmış sonra da kardan adamın eline bir süpürge tutuşturulmuştu. Simsiyah kömürlerden ötürü Melez olarak adlandırdıkları kardan adamlarının boynuna sarılıp kahkahalar atıyorlardı.
İşte o an dünyanın en saf ve en mutlu gülüşü ve gülümsemesi yayılıyordu kardeşlerinin yüzlerine. İster istemez ben de gülümsedim.
Kızak kaymanın sevinç ve coşkusunu yaşamak isteyenler biteviye tepeye çıkıyorlardı. Kardeşim Mustafa da hızla kayma noktasına çıkı. Ben bir süre daha kardan adam yapanların yanında oyalandım.
Kayanları bir süre izledikten sonra ben de şölene katılmak için kayma noktasına yollandım. Arkamdan gelen beş altı kişilik bir grup, çoklu kaymak için merdiven getirmişti.
Başlangıç noktasında merdivene arka arkaya oturup kaydılar. Kayarken, neşelerine neşe katıyorlardı. Büyük bir keyifti doğrusu. Ben de kaydım arkalarından.
Zamanın nasıl geçtiğini anlamadım. Öğle vakti çoktan geçmişti. Havadaki sıcaklık da hızla düşmüştü. Birçok arkadaşımızın üzerinde kışın zorlu koşullarına uygun elbise de yoktu. Sürekli koşuşturmaca aşırı soğuğun etkisini yok etmişti sanki.
Kimsenin eve gitmek gibi bir niyeti yoktu. Hava kararıncaya kadar oynamak, kardan ve birbirlerinden ayrılmak istemiyorlardı. Tam bir şölen havası vardı.
Anadolu köylerinde kışın yapacak pek bir şey olmazdı. Analarımız evde yer sofrasını kaldırıp, evi süpürdükten sonra örgü gibi etkinliklerle zaman doldururken babalar dışarıda, kahvede zaman doldurmaya çalışırlardı.
Tahıl ve patates üretimi dışında bir etkinlik olmayınca aile reisleri kahvaltıdan sonra kahveye gidiyorlardı. Kahvedeki konuşmalar genellikle önümüzdeki hasat dönemi üzerine olurdu. Kâğıt oynayanların yanında saatlerce konuşmadan oturanlar da olurdu.
Karlı kış günleri çocuklarla birlikte büyüklere de hareket ve heyecan katardı. Kartopu ve kızakla kayma etkinliklerimize arkadaşlarımızın babaları da katılırdı bazen.
Babam Mersin’deydi. Sanki babamın yerini almış gibiydim yokluğunda. Kendimi aileden sorumlu hissediyordum. Anama her konuda yardım etmeye çalışıyordum.
Bir iki kez daha kaydıktan sonra eve döndüm. Hatice Teyze bizdeydi. Hatice Teyzenin bizde olması iyiydi anam için. Elini öpüp, ‘’Hoş geldiniz.’’ dedikten sonra Pazartesi günkü ders programına baktım.
Ödevlerimi yapmıştım zaten. İşlenecek konuları gözden geçirdim. Okula götürülecek olanları bezden çantamıza yerleştirdim.
Gönül rahatlığıyla okul kitaplığından aldığım kitabı okuyabilirdim artık…
AYÖO ÜNİVERSİTE HAZIRLIK KURSLARI
17 Haziran 1964 Çarşamba, Ankara... İstanbul Zeytinburnu'nda, güneş ışınları yattığımız odanın perdeleri arasından sızarken uyandı...
-
Yaşamımda ve sosyalleşmemde önemli bir yeri olan Ankara Yüksek Öğretmen Okulu Hazırlık Lisesi ve sonrasında eğitimimi sürdürdüğüm Ankara ...
-
15 Haziran 1964 Pazartesi, İstanbul... Bugün sabah kahvaltısından sonra birden, zamanda 2 yıl geriye, İstanbul Çapa Öğretmen Okulu'a git...
-
ANILARIMA GİRİŞ Emine ve Ahmet Akıncı anısına… Muhacir diye küçümsenenler, tarihin yazdığı savaşlarda en geriye kalanlar, yani düşmanla son...
-
17 Eylül 1958 Çarşamba, İvriz… Sözlü sınavların başlayacağı önemli ve heyecanlı bir gün bugün… İvrizli olabilmek için biraz sonra başlayac...
-
22 Eylül 1963 Pazar, Ankara... Ankara Yüksek Öğretmen Okulu Hazırlık Liselerinde ders başı yapalı bir hafta oldu. Bu süre içinde, kayıtlı b...
-
23 Şubat 1964 Pazar, 2. akşam etüdü... Maltepe Demirtepe'deki geçici binamızda, akşam ikinci etüdündeyiz. Yarınki derslerin ödevleri bi...
-
22 Eylül 1963 Pazar, Atatürk Lisesi... İkinci akşam etütündeyiz. Ödevlerim bitti. Anı defterimi açarak geçen haftanın izlenimlerini yazmaya...
-
12 Nisan 1964 Pazar, Ankara... Bu sabah kahvaltıdan sonra, Cezmi Bayram arkadaşımızın da yönlendirmesiyle, Üniversiteliler Kültür Derneğ...
-
11 Eylül 1961 Pazartesi, Haydarpaşa… İlk kez 1951 yılın Nisan ayının 26’sında, Bulgaristan'dan göç sırasında, Edirne’den Maraş Elbistan...
-
1941 yılında Köy Enstitüsü olarak kurulan ilk enstitülerden biriydi İvriz Öğretmen Okulu. Adını Enstitünün kurulduğu yerin 9 km. doğusund...