20 Kasım 2022 Pazar

İVRİZ'DE 1958-59 EĞİTİM VE ÖĞRETİM YILI



22 Eylül 1958 Pazartesi, İvriz…

Hava aydınlanmak üzereydi. Uykum bitmiş yatağımda dönüp duruyor, nerede bulunduğumu anlamaya çalışıyordum.

Neredeyse bütün gece rüyalarımda, hayaletler gibi, kalın duvarlardan geçtim, denizlerin maviliklerine daldım, şehirler ve ülkeler arası yolculuklar yaptım.

Nasıl olduysa, Misli Köyünden Mersin’e uçtum. Mersin sahilinde dolaşırken denizin maviliklerine daldığım bir anda kendimi Bulgaristan Karagözler Köyünde, Sakar Balkana çıkarken buldum.

Sakar Balkan eteklerinden geri döndüğümde ise Bor Kayabaşı’nda oturmuş batmakta olan güneşin kırmızı, turuncu ve sarı renklerini huşu içinde seyrediyordum.

Ufuk çizgisini yarılayan güneş, yepyeni umutların habercisi edasıyla Bor’un ufkunda batarken arkamdaki evin demirden giriş kapısından gelen tak taka, tak taka  biçimindeki madeni çubuk sesleri sinirlerimi bozdu.

Kimdi bu görsel şölen ortamını bozan diye hızla doğrulup, geri döndüğümde az daha düşüyordum. Kayalıklardan düşüyorum derken bir ranzadan düşmek üzereydim. Reflekslerim düşmemi engelledi de çevreme bakındım.

Bor Kayabaşı’nda değil, 50-60 kişilik bir koğuştaydım.

-Kalkın, oyalanmayın, geri geldiğimde kimseyi yatakta görmeyeceğim.

Diye yüksek sesle konuşan nöbetçi öğretmen bir taraftan da elindeki anahtarlarla ranza demirlerine vurarak ilerliyordu. Benim gibi koğuştaki diğer arkadaşlarım da gözlerini ovuşturarak, nerede olduklarını anlamaya çalışıyorlardı.

Nöbetçi öğretmen gittikten bir süre sonra ayırdına vardık. İvriz İlköğretmen Okulu yatakhanesindeydik.

Günlerden Pazartesi olup, 1958-59 Eğitim ve Öğretim Yılının ilk günüydü.

İvriz’e gelinceye kadar beş değişik yerde ilkokulu bitirmiş biri olarak, diğer arkadaşlarımdan daha çabuk toparlandım.

-Dersler başlıyor arkadaşlar. Davranın, bir an önce kahvaltıya gidelim. Arkasından Bayrak Merasimi olacak.

Dedim. Hızla ranzadan indim. Tuvalet ihtiyacımı giderip, elimi yüzümü yıkadım ve giyindim. Öncelikle yatağımı düzeltmem gerekiyordu, bu konuda da uyarılmıştık.

Yatak örtüleri düzeltip, gergin hale getirdim. Yorganı kenarlarından katlayarak, ranzanın dışına taşmayacak şekilde yatağın üzerine serdim. Üzerine de aynı şekilde battaniyeyi koydum. Anam uzun aylar hastanelerde yatmış olduğundan, yatak düzeltme konusunda oldukça deneyimliydim.

Yemekhaneye doğru hızla yürümeye başlamıştım ki soluk soluğa bana yetişen bir arkadaş,

-Biraz yavaş, beraber gidelim…Ben Emin Özkan.

Dedi. Yavaşlayıp, geri döndüm,

-Memnun oldum Emin. Ben de Mehmet Akıncı.

Birlikte yürüdük. Emin Özkan (Ozgan) ile onlarca yıl sürecek arkadaşlığımız böylece başladı.

Sabah kahvaltısından sonra idarede görevli nöbetçi öğrencilerin rehberliğinde tören alanında yenilere ayrılan bölümde yerlerimizi aldık. Eski öğrenciler kendiliklerinden yerlerini almışlardı. Bir süre sonra öğretmen kadrosu ve idareciler de yerlerini aldı. Okul Müdürü Kamil Açan’ ın da yerini almasıyla tören başladı.

Andımız ve İstiklal Marşımız okunduktan sonra Okul Müdürümüz Kamil Açan açılış konuşmasına, eski öğrencilerin dikkatini çekerek başladı.

-Aramıza yeni katılan kardeşleriniz var. Öyle sanıyorum ki çok büyük bir bölümü ailelerinden ilk kez ayrılmıştır. Tanımadığı, tanımaya çalıştığı yepyeni bir çevredir okulumuz yeni gelen kardeşleriniz için. Kendilerini biraz garip, biraz yalnız ve biraz da üzgün hissediyor olabilirler. Onlara sahip çıkalım ve burasını sevdirelim

-Köy Enstitüleri ve ardılları olan İlköğretmen Okullarını salt bir okul ya da bir eğitim sistemi olarak algılamak yanılgıdır. Bunu ilk bir hafta içinde hissedeceksiniz.

-Eğitim ve Öğretim kavramları üzerinde biraz daha durmak istiyorum. Birbirinden farklı kavramlar olmasına rağmen, birbirini tamamlayan kavramlardır. Önümüzdeki bir haftalık dönemde, ailemize yeni katılan öğrencilerimiz de bunu hissetmeye başlayacaktır sanıyorum. Eski öğrencilerimiz de iyice içselleştireceklerdir.

Üzerine basa basa ” Eğitim bir insanın hayatını devam ettirebilmek için öğrendiği her şeydir. Sizlere burada öncelikle hayatınızı devam ettirecek her şeyi öğreteceğiz.” 

Kamil Açan bir süre susup tüm öğrencilerini göz ucuyla kontrol ettikten sonra,

-Öğretim ise Ülkenin Milli Eğitim bakanlığınca düzenlenmiş Müfredat programları çerçevesinde, bir amaca yönelik olarak yapılan sistemli bir bilgi edinme uygulamasıdır.

-Daha yalın bir tanımla eğitim insan olmayı, öğretim ise bilgi kazandırmayı amaçlayan süreçlerdir.

Köy Enstitülerinin başarılarından biri de ilkel tarımdan – modern tarıma, geleneksel toplumdan- çağdaş topluma ve çağdaş demokrasiye geçebilmek için verilen çabalar ve en önemlisi de Türk devrimini ve aydınlanmasını köylerde sürdüren kurumlar olmasıdır.

Öğrencilerin yönetime katıldığı, üretimden gelen gücünün farkında olduğu, eleştirel bilince sahip, akıl ve bilime inanan gençlerin yetiştirildikleri demokratik, laik, çağdaş eğitim kurumlarıdır.

Bu eğitim kurumlarında İnsan hakları ve özgürlükler, demokrasinin odak noktasında yer almaktadır.

İnsan hak ve özgürlüklerinden yoksun bir demokrasi; vatandaşın katılımcılıktan uzak, pasif bir obje haline getirildiği ve siyasi seçimlerle kamufle edilmiş bir yönetimdir.

Hak ve özgürlüklerin tanınması, korunması ve kullanılması demokratik kültürün yaşaması açısından son derece önemlidir. Okullar hak, özgürlük ve sorumlulukların ezberlendiği yerler değil bizzat yaşandığı yerler olmalıdır. Bu nedenle okulumuzda yetki ve sorumluluklar öğrencilerle paylaşılmaktadır.

Öğrenciler, kendilerine verilen görev ve sorumlulukları sorgulamadan yerine getiren kişiler değildir, olmamalıdır.

Hak ve özgürlüklerini bilen, bunları kullanan ve çevresindekileri de kullanmaları için teşvik eden bireyler olarak yetişmelidirler.

Okul, bir bütün olarak fiziksel koşullarından üyeleri arasındaki iletişime, karar alma süreçlerinden öğretim etkinliklerine kadar hak ve özgürlüklerin yaşandığı bir alan olmalıdır.  Her alanda görev ve sorumluluk alan öğrencilerimiz bu anlayışla yetiştirilmektedir.

Dedikten sonra okulun tarihçesinden, İvriz Köy Enstitüsü’nden oldukça uzun bir süre söz etti.

-Kurallar ve disiplin başarının birinci koşuludur, bunu hiçbir zaman aklınızdan çıkarmayın. hepinize başarılar dilerim.

Törenin sona ermesiyle birlikte, başta son sınıflar olmak üzere, sırasıyla düzeni bozmadan sınıflarımıza gittik.

Benim kaydım 1A sınıfına yapılmıştı. Emin Özkan da benim sınıfımdaydı.

Mutlu bir başlangıç yaptık 1958-59 Eğitim ve Öğretim yılına…

İVRİZ AİLESİ YATAKHANE KURALLARI

 


20 Eylül 1958 Cumartesi, İvriz…

Çarşamba ve Perşembe günleri yapılan sözlü sınavlarda başarılı olup, İvriz Öğretmen Okulu ailesine katıldım.

İvriz Ailesinin bir bireyi olarak sorumluluğum da artmıştı. Artmıştı çünkü okul yönetimi ve yönetimin yardımcıları nöbetçi öğrenciler tarafından yüklendiğimiz sorumluluklar sürekli hatırlatılmıştı.

İlk dikkatimi çeken uygulamalardan biri ‘’Nöbetçi Öğrenci’’ uygulamasıydı. ‘’Nöbetçi Öğrenci’’ adı altında eski öğrencilere sorumluluklarıyla birlikte yetki de verilmişti. Okul idaresinin en büyük yardımcılarıydı.

Yatakhanelerden sorumlu nöbetçi öğrencilerin yanı sıra idareden, yemekhaneden, fırından, müzikhaneden, revirden ve daha birçok daldan sorumlu ve yetkili öğrenciler vardı. 

Nöbetçi öğretmenlerin bulunmadığı yerlerde nöbetçi öğrencilerin sözleri geçerliydi.  Uyarılarına uyulmak zorundaydı.

İvriz Ailesi’ne katıldıktan sonra sınıflarımız ve sürekli yatacağımız yerler belirlendi. 1A sınıfı öğrencisi olmuştum. Sıra yatacağımız yerlere gelmişti.

Yatakhanelerde görevli nöbetçi öğrencilerinden biri tarafından uyuyacağımız yatakhaneye götürüldük gruplar halinde.

Yatakhanelerimiz 40-50 kişinin yatabileceği, altlı üstlü ranzalarla düzenlenmişti. Bir bakıma askeri koğuşları andırıyordu. Sırasıyla, yatacağımız yataklar belirlendi. Benim yatağım, pencere kenarındaki ranzalardan birinin üstü oldu.

Diğer arkadaşlarda olduğu gibi, ranza üzerindeki yatak zimmetime geçirildi.

Yataklar bütün öğrencilere zimmetlendikten sonra görevli nöbetçi öğrenciler tarafından ambara götürüldük. İmza karşılığında yastık, yorgan, yatak çarşafı ve yastık kılıflarını aldık. Onlar da üzerimize zimmetlendi.

Yatakhanelerden ayrı koğuşlardan biri de tahta bavullarımız için ayrılmıştı. Bavularımızdan pijamalarımızı aldıktan sonra, bavulhaneye götürüp bıraktık.

Yatakhaneleri oluşturan binalar, küçük bir ana girişin olduğu, iki taraflı kocaman koğuşlar halindeydi.

İki koğuş arasında küçük bir ana girişin karşısında lavabolarla, girişin solunda tuvaletler vardı. Yatakhane olarak kullanılan koğuşların girişi ise, küçük ana girişlerin sağında ve solundaydı. Batı ve doğu yönlerinde olmak üzere…

Yatakhanemize komşu koğuşların giriş duvarlarına yapılan raflara tahta bavullarımızı yerleştirdik. Bütün varlığımız raflara yerleştirdiğimiz tahta bavullarımız içinde bulunuyordu.

Bazı arkadaşlarımızın anaları tarafından yolluk olarak koydukları peynir, tereyağı, meyve gibi yiyecekler de bavullarda saklanırdı. Bozulmazlardı ortam serin olduğundan.

O yıllarda yatakhaneler ve diğer binalarda kalorifer sisteminden vazgeçtim, soba bile yoktu. Yangın çıkar düşüncesiyle yatakhaneler ve yemekhaneye sobalar kurulmamıştı. Her zaman serin olurlardı.

Özellikle çok kalabalık olan yatakhanelerde temizlik kuralları titizlikle uygulanıyordu. Nöbetçi öğrenci tarafından uyarılmıştık. 

Sağlık açısından ayak temizliği önemliydi. Ayakların kokusuna izin verilemezdi. Ayaklarımız ve çoraplarımız yıkanmadan yatağa girilmeyecekti. 

İlk gece yatağa girmeden önce ayaklarımızı yıkadık ama terlik/takunyamız yoktu. Ayakkabılarımıza basarak yataklarımıza geldik. En kısa zamanda tahta takunyalar edinmeliydik. Isı yalıtımı mükemmel olan tahta takunyalar beton zeminin soğuğundan bizi koruyacaktı. Öyle de yaptık, Pazar günü kantinden takunya aldık.

İlk günümüz oldukça yoğun geçti. Yataklar düzenlendi, yorgan ve yastık kılıfları geçirildi. Ardından gelen gecemiz biraz yalnızlık biraz da şaşkınlık duygusuyla geçti.

Yenecektik bu tür duyguları. Onlarca yıl sürecek ve unutulmayacak arkadaşlıklar edinecektik zamanla.

Ardından Ailemi düşündüm. Babam Misli ’ye ulaşmış mıydı, Mersin’e ne zaman dönecekti, anamla kardeşim yaz aylarını nasıl geçirecekti?

Sorularımın yanı sıra, asıl ben geceyi nasıl geçecektim? 

19 Kasım 2022 Cumartesi

İVRİZ VE KÖY ENSTİTÜLERİ


Ülkemizin kurucusu Atatürk’ün ‘’Köylü milletin efendisidir.’’ Dediği yıllardı. Öyleydi çünkü halkımızın neredeyse yüzde yetmişi köylerde yaşamaktaydı.

Köylerin ve köylünün kalkınması ülkenin kalkınmasına eşdeğerdi. Kalkınma köyden başlamalıydı.

Halk Evleri, Eğitmen Kursları, Köy Bölge Okulları kırsal kesimi kapsayacak boyutta hizmetine sokuldu. Okuma yazma seferberlikleri başlatıldı.

1940’lı yıllara gelindiğinde bir adım daha ileriye gidildi. Zamanın Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel ve İlk Öğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç’un aydınlanma ve atılım projesi olan köy enstitülerinin kuruluşu bu döneme rastlar.

Köy Enstitüleri projesi uygulanması ve denetimiyle İsmail Hakkı Tonguç’a aitti.

Tonguç giyimi kuşamı, dili, söylemi ve tarzı ile halkı kucaklayan biriydi. Köylünün de bizden biri diyebileceği bir lider tipiydi.

Köy Enstitüleri Projesini kişiliğine, derin Anadolu halkı bilgisine ve Anadolu Kırsalının gerçekliğine yaslandırmıştı. Projenin özü ülke tabanını kapsayan titiz bir örgütlenmeydi.

Halkçı kadroların yönetiminde köy çocuklarına çok yönlü bilgi ve becerileri iş içinde yaparak yaşayarak öğretme, tam donanımlı öğretmen olarak köylerde görevlendirilmelerini içeriyordu.

Amaç, tez elden köylünün aydınlanmasını ve kalkınması yaşama geçirmekti. Ailesine katıldığım İvriz İlköğretmen Okulu da bu proje kapsamında olmak üzere 1941 yılında Köy Enstitüsü olarak kurulan ilk eğitim kurumlarından biriydi.

Adını Enstitünün kurulduğu yerin 9 km doğusundaki İvriz köyünden almıştı.

Bu köyden doğan ve Ereğli ovasına hayat veren su kaynağının doğduğu yerdeki kayalarda, Tuana Kralı Warpalavas tarafından yaptırılan, Dünya tarihi mirası açısından çok önemsenen ve insanlık tarihinin ilk kabartma yazılı tarım anıtı olma özelliğini taşıyan bir kaya anıtı bulunmaktaydı. İvriz kabartması…

İvriz Köy Enstitüsü, 11 Kasım 1941 günü, geçici olarak Konya Ereğli’sine bağlı Zanapa bucağındaki henüz tamamlanmamış yatılı bir bölge ilkokul binasında 16. Köy Enstitüsü olarak açılmıştı.

Bu yatılı bölge okulunun noksanlarını sür’atle tamamlamak üzere Adana-Düziçi Köy Enstitüsü öğrencilerinden bir yardımcı ekip gelerek, çok zor koşullar içinde başarılı işler görmüşler ve okulun çatısını oluşturmuşlardı.

İvriz Köy Enstitüsünün asıl kurulacağı yer; Dedeköy, Gaybi, Durlaz köylerinin civarında ve Zanapa ile Ereğli arasında, Ereğli’ye 10 km uzaklıktaydı.

Demiryoluna yakınlığının yanı sıra gerek tarım, gerekse içme sularının kolayca sağlanmasının yanı sıra bölgesine giren illere yakınlığı en önemli avantajlarıydı.

Sıtmalı sahalardan uzaktaydı. Torosların eteklerinde, yüksekte oluşu ve kuzey rüzgârlarına açık bulunuşu da önemli özelliklerden biriydi.

Komşuları Gaybi, Durlaz ve Dedeköy köylerinin, özellikle meyvecilik ve sebzecilik yönünden uygun arazilere sahip olması birinci tercih nedeniydi.

İnşaat malzemesinin esasını oluşturan taş ve kumun yakında bol miktarda ve çok iyi cinsten oluşu, İvriz’den Ereğli Bez Fabrikası’na giden elektrik hattının İvriz Köy Enstitüsü’nün arazisi içinden geçmesi nedeniyle Enstitü ’ye en uygun yer olarak seçilmişti.

Eski Köy Enstitüleri ve devamı olan İlköğretmen okullarının en büyük özelliği köy çocuklarını ”leyli meccani” olarak tanımlanan ”Parasız ve yatılı” olarak bünyesine alması ve günün koşullarına göre yetiştirmesiydi.

Köy çocukları Köy Enstitüleri için en iyi ve en verimli kaynaktı. Öyleydi çünkü mezuniyetlerinden sonra köylere gideceklerdi. Gittikleri köyleri ve koşullarını en iyi onlar bilirdi. Köy koşullarını en iyi bilmelerinin yanı sıra bildikleri bir gerçek daha vardı.

Kendilerinin ve köylerinin aydınlanması ve kurtuluşu okumalarına, bilgilenmelerine ve çok yönlü yetişmelerine bağlıydı.

İVRİZ AİLESİNE KATILIYORUM


19 Eylül 1958 Cuma, İvriz…

Çarşamba günü saat 10,00’da başlayan sözlü sınavlar perşembe günü saat 16,00’da bitmiş, 16,30’da sonuçlar açıklanmıştı.

Kazanmış ve İvriz Ailesine katılmıştım…

Daha doğrusu, Bayezid Öğretmenimin dediği gibi, bu yıl gelenlerin yüzde sekseni kazanmış ve İvriz Ailesine katılmışlardı.

Böylelikle parasız yatılı olarak okuma, eğitim görme ve geleceğimizi belirleme şansını yakaladım, bütün fukara çocukları yakalamıştı.

Olumlu sonuçları alan ana babalarımızla duygulu ve coşkulu vedalaşmalar oldu.

1951 Mart ayında Bulgaristan’dan başlayan göç hareketimizin en mutlu anlarından biriydi İvrizli olmak.

Gözleri nemlenmiş olan babam çok mutluydu. Alnımdan öptü, vedalaştık. Önce köye, sonra da tekrar Mersin’e gidecekti çalışmak için. Kardeşimle anam Misli ’de kalacaklar, kardeşim bir yıl daha beşinci sınıfı tekrar edecekti.

Bugün, İvriz Öğretmen Okulu 1/A sınıfına kaydım yapılarak İvriz Ailesinin bireylerinden biri oldum. 

Böylece ‘’İlkokul Dönemi’’ sona erdi...

Sınıflarımız belli olduktan sonra ilk işim okul kütüphanesine gitmek oldu. 

Kütüphaneye giderken zamanda geriye, 1951 yılı ağustos-eylül aylarına, Ceyhan pamuk tarlalarına gittim. Pamuk tarlasındaki kantarda çalışan mevsimlik işçi statüsündeki üniversiteli Muzaffer Abi belirdi zihnimdeki ekranda.

Muzaffer Abi, ”üniversiteli olmak istiyorsan, kitapların dünyasına girmelisin” demişti. 

İvriz Öğretmen Okulu kitaplar dünyası için bir cennetti. Kütüphanesinde, Milli Eğitim Bakanı  Hasan Ali Yücel döneminde Türkçe’ye çevrilen bütün dünya klasikleri vardı.

Raflardaki kitapları gözden geçirirken İngiliz Çocuk Edebiyatı yazarı Lewis Carroll’un ”Alis Harikalar Diyarında” adlı kitabı dikkatimi çekti.

Kitabı bir süre gözden geçirince, ”Bir tavşan deliğinden harikalar diyarına açılan kapı, küçük bir kız çocuğu ve sadece masallarda olabilecek konuşan hayvanlar… ”

Kitapla birlikte ”denizler altında yirmi bin fersah” adlı kitapla birlikte Natilüs’ün Kaptanı Nemo canlandı birden. Bilim kurgu türündeki kitapları seviyordum. Hayal dünyamı geliştiriyordu.

Tekrar elimdeki ”Alis Harikalar Diyarında” adlı kitaba odaklandım. Arka sayfasındaki özet açıklamada,

Yediği mantarlar ve içtiği iksirler ile bir büyüyüp bir küçülen, hayvanların konuştuğunu, iskambil kartlarının canlı olduğunu gören Alice…

Vardı kitapta.

Adını bir sendroma dahi vermişti bu kitap. 

Alice Harikalar Diyarında Sendromu...

Algısal bir bozukluğa neden olan bu hastalığa sahip kişiler, cisimleri olduklarından büyük ya da küçük görebilir, ses ve zaman algısı bozulabilirdi.

Kütüphanede görevli öğrenci, adıma bir kart açarak, kitabın adını ve geri vereceğim tarihi yazdıktan sonra ”Alis Harikalar Diyarında” adlı kitapla ayrıldım kütüphaneden.

Mutluydum, dünyalar benim olmuştu. Kitapların dünyasına da ilk adımı atmıştım.

22 Eylül 1958 Pazartesi günü başlayacak olan Eğitim ve Öğretim yılıyla, geleceğime yön verecek olan ‘’İvriz Dönemi’’ başlayacaktı.

AYÖO ÜNİVERSİTE HAZIRLIK KURSLARI

  17 Haziran 1964 Çarşamba, Ankara... İstanbul Zeytinburnu'nda, güneş ışınları yattığımız odanın perdeleri arasından sızarken uyandı...