28
Ocak 1962 Pazar, Zeytinburnu…
İçinde
huzur bulduğum, çinileriyle ünlü, bodrum katındaki okul
kütüphanesindeyim.
Her
zaman olduğu gibi, bir süre sessizliğini dinliyorum. Ardından anı
defterimi açarak, geçen bir haftanın özetini yazmaya başlıyorum.
*****
İstanbul
Çapa Öğretmen Okulu'ndaki ilk yarıyıl tatilimin bir haftası göz
açıp kapayıncaya kadar geçti.
Bu
süre içinde, keman ve piyano çalışmalarımın yanı sıra diğer
derslerimi de gözden geçirdim.
26
Ocak Cuma günü, Maçka İstanbul Teknik Üniversitesi Öğrenci
İşlerinde çalışan Mustafa dayımı ziyarete gitmeye karar
verdim.
Sabah
kahvaltısından sonra, Boynuzlu otobüslerden biriyle, önce Eminönü
sonra da Dolmabahçe Sarayı karşısındaki Maçka Parkı içinden
geçerek Maçka Teknik Üniversitesi’ne ulaştım.
Güleryüzle
karşılayan dayım ‘’hoş geldin Mehmet, çok mutlu oldum.’’
Deyip beni yanaklarımdan öptükten sonra ‘’Lütfen biraz otur.
Birkaç öğrencinin sorunlarını çözmem gerekiyor. Sonra yemeğe
gideriz.’’
Öğrencilerin
sorunlarını çözdükten sonra yemekhaneye götürüyor beni.
Yemeğimizi yerken okulla ilgili bilgi veriyor dayım.
İstanbul
Teknik Üniversitesi Osmanlı döneminde batılı anlamda mühendislik
eğitimi vermek için 1773’te Mühendishane-i Bahr-i Hümayun
(İmparatorluk Deniz Mühendishanesi) adıyla kurulmuş.
Osmanlı’nın
batı referanslı ilk eğitim kurumlarından biri olup Dünya’nın
en eski teknik üniversitelerinden biridir. Gemi inşaatı ve
deniz haritalarının yapılması konusunda uzman personel
yetiştirmekte.
Yemekten
sonra izin isteyip ayrılırken ‘’yarın eve beklerim Mehmet’’
Demişti.
*****
Dün, öğle
yemeğimi okulda yedikten sonra, bindiğim otobüslerden biriyle, saat 15,00
civarında Zeytinburnu’ndaydım.
Dayım
öğleye kadar çalışıyordu. Eve gelmiş olmalıydı. Acele
etmeden, Mersin’deki ilk gecekondulardan biri olan Göçmen
Barakalarına benzettiğim, Zeytinburnu sokaklarında dolaştım
biraz.
Daha
önceki anılarımda da değindiğim gibi, Zeytinburnu yerleşkesi İstanbul’un
en büyük gecekondu semtlerinden biriydi.
Zeytinburnu
bölgesinin, nüfus yoğunluğuna özgü, en önemli özelliği içerisinde önemli
ölçüde Balkan kökenli Türk göçmenleri barındırmasıydı.
Balkan
göçmenlerinin en önemli özelliklerinden biri de gecekondularını
avlu içine yapmış olmalarıydı. Bir süre sonra da, avlu içinde, yemiş ağaçları ve değişik isim ve renkteki çiçeklerin yer
alırdı.
Göç
ve çarpık kentleşmeyle ortaya çıkan gecekondular İstanbul’u
çok değiştirdi. Demişti tarih öğretmenimiz Niyazi Akşit
İstanbul ile ilgili bazı anılarını anlatırken.
Çapa
Öğretmen Okulu binasında olduğu gibi, Mimari yapısıyla her
zaman göz dolduran bu anakent, zamanla gecekondulaşmayı
kabullenmişti.
Gecekondulaşmadan
önceki durumu ortaya koymak için “Eski İstanbul” gibi bir
tanımlama ortaya çıkmıştı.
Gecekondu
bölgesi olarak bilinen pek çok yer zamanla anakentin ilçelerinden
biri olmuştu. Çeliktepe, Esenler ve Zeytinburnu bunlardan
bazılarıydı.
Mersin
Göçmen barakalarında, dışlanma ve ezikliği yenebilmek için,
imece usulü devreye girmişti.
İşe
gidenler ya da iş arayanlar çocuklarını rahatlıkla komşularına
emanet edebiliyorlardı. Evinde çorba pişiren bir aile komşusuna
da bir tas ikram edebiliyordu.
Aynı
uygulamanın Zeytinburnu gecekondularında da sürdüğünü gördüm
bu ikinci ziyaretimde.
Zeytinburnu
gecekondularının ara sokaklarında dolaşırken Çukurova’daki
mevsimlik işçilik dönemiyle Mersin’deki ilkokul dönemi
gözlerimin önünden geçti.
Zeytinburnu,
Mersin göçmen barakalarına göre daha konforlu gelmişti bana.
Eve
ulaştığımda dayım işten dönmüştü. Yüzünde yayılan bir
gülümseme ile ‘’hoş geldin Mehmet, halan çay demlemiş.
Yanına da akıtma yapmış. Seversin diye düşündüm.’’ Dedi.
Halamla
eniştemin ellerini öptüm. Henüz 12 yaşında olan kuzenim
Fatma’yı da yanaklarından öptükten sonra yer sofrasına
oturduk.
Dayımların
Zeytinburnu semtindeki gecekondusu yaklaşık 30 metrekarelik bir
avlu içinde bir hol ve içiçe iki odadan oluşuyordu.
Giriş
holünden sonraki oda hem oturma hem yemek hem de yatak odası
olabiliyordu. Şömine bu odada bulunduğundan eniştemle halam bu
odada yatıyorlardı.
İçerideki
oda daha çok Mustafa dayım için ayrılmış gibiydi. Çalışmalarını
bu odada sürdürüyordu. Kardeşi Fatma ile bu odada yatıyorlardı.
Çay
eşliğinde akıtmaları yedikten sonra dayımın çalışma odasına
geçtik. Gözden geçirmesi gereken birkaç işlemden sonra ‘’anlat
bakalım yeğenim. Okuluna alışabildin mi, keman çalışmaların
nasıl gidiyor, bir sıkıntın ya da ihtiyacın var mı?’’
sorularına olumlu yanıt verdikten sonra ‘’haydi çıkıp biraz
dolaşalım’’ dedi.
Zeytinburnu
gecekondularının ara sokaklarında dolaştık bir süre.
Dolmuşların işlediği anayollar nispeten çamurdan uzaktı. Ara
yollarda hala çamur ve su göletleri olmasına rağmen bazı yerler
kurumuştu.
Küçük
su göletleri üzerinden atlayarak kuru yerlere ulaşmaya çalışırken
bir taraftan da Çukurova’daki mevsimlik işçilik dönemi üzerinde
konuştuk.
Ardından
Mersin’deki ilkokul dönemini, Göçmen barakaları arasında
ayakkabıların yapışıp kaldığı çamuru anlattım.
Eve
döndük. İşten gelirken günlük bazı gazeteleri getirmişti. 27
Mayıs 1960 darbesinde görevlerinden uzaklaştırılan 147’lerin
Üniversitelere dönmelerine izin verilmişti.
İstanbul
Maçka Teknik Üniversitesi’ne de geri dönenler olmuştu. Geri
dönenler üzerinde konuştuk bir süre.
Akşam
yemeğinden sonra radyoda bir süre haberleri dinledik. Saat 22,30
civarında ‘’yatalım yeğenim. Fatma bu gece anamla babamın
yanında yatacak, sen benimlesin.’’ Dedi.
Dayımın
odasında bir gece konaklamak zorunda kalınca sıkıntı verdiğim
duygusuna kapıldım. Yarın okula dönmeliyim.
Gece
yerimi yadırgadıysam da uyudum. Biyolojik saatim beni 06,30’da
uyandırdı.
Gözlerimi
tavana diktim, zamanda geriye yolculuk yaptım. 1951 yılı mart
ayına gittim.
Babam
gönüllü ve serbest göçmen kaydıyla Türkiye göçü için
pasaport almıştı. Birden, aradan 11 yıl geçtiğinin farkına
vardım. Aradan geçen 11 yıla neler sığmamıştı ki...
Elbistan
Alevi Kürt Köylerinde birkaç ay, Çukurova pamuk tarlalarında
mevsimlik işçilik dönemi, Adana Düziçi Osmaniye Köyü'nde
konaklama sonrasında Niğde Merkez Köyü Misli'de kendimiiz
bulma...
İlkokulu
5 değişik şehirde okuyarak bitirmiş, İvriz Öğretmen Okulu’nda
üç yıl okumuş ve İstanbul Çapa Öğretmen Okulu Müzik Semineri
öğrencisi olmuştum. 11 yıllık süreye ne kadar çok şey
sığdırmıştık.
Yaklaşık
iki saat geçmişe yolculuk yapmıştım ki dayım kalktı. Halamla
eniştem de kalkmışlardı. Bizi görünce kuzenim Fatma da
gözlerini ovuşturarak kalktı.
Geçen
gelişimde pek dikkatimi çekmemişti. Sabah kahvaltısında enişteme
bir dilim beyaz ekmekten fazla yememesi uyarısı yapıldı sıkça.
Neden
böyle bir uyarı yapıldığını sordum. Dayım iki dilim beyaz
ekmek iki çorba kaşığı toz şekerinden daha tehlikeli. Kan
şekerini aniden arttıran etkenlerden biri fazla yenilen beyaz
ekmeklerdir. Babamda şeker hastalığı başlangıcı var. Yememesi
gerekiyor. Dedi.
Sabah
kahvaltısından sonra bir süre radyodan yurttan sesleri dinledik.
Kendileriyle zaman geçirmekten çok mutlu olduğumu söyledikten
sonra okula dönmeliyim. Dedim.
‘’Hadi
öyleyse, motosikletle Londra asfaltında bir tur atalım. İstersen
seni okuluna da bırakabilirim.’’ Deyince halamla eniştemin
ellerinden, kuzenimin yanaklarından öperek evden çıktık.
Küheylanım
dediği motorsikletiyle, Londra asfaltında bir süre dolaştıktan
sonra, beni okuluma bıraktı.
Dayımın
küheylanını sevmiştim...