30 Haziran 2022 Perşembe

MİSLİ'DE DÜVEN İLE HARMAN

 


26 Haziran 1953 Cuma, Misli (Konaklı)…

Hasat zamanı gelmiş tahıllar imece usulüyle, ırgat tutarak ya da aile bireyleri tarafından yolunur ya da biçilirdi.

Biz ırgat tutamadığımız gibi, herkes kendi tarlasında olduğundan, imece’ den de yararlanamadık. Akıncı Ailesi olarak biçmiştik buğdayımızı.

Sıra harmana ve danelerin ayrılmasına gelmişti.

Harman, tahılların yolunmasından ve biçilmesinden sonra, destelerin üzerinden düven geçirilerek, taneleri başaktan ayırma ve saplarının da hayvanların kolay yiyebileceği saman haline getirme işlemiydi.

Bu işlemin yapıldığı düz ,dairesel alana da harman yeri denirdi.

Evimizi çeviren avlunun dışında, mağaranın üstündeki düz ve kayalık alan harman yeri için idealdi. Olan tümsekler de düzeltilmiş, taşlar ve kumlar önceden temizlenmişti.

Hafta başında harman yeri sulandıktan sonra, yaklaşık 100 kg ağırlığında taştan bir silindir harman alanı üzerinde gezdirilerek, zemin adeta betonlanmıştı.

Pazartesi ve salı günü geç vakitlere keder çalışarak bitirmiştik biçme işlemini.

Tarladaki biçilmiş buğday yığınları öküz arabasıyla, 4-5 sefer yapılarak getirilmiş ve harman yerinin uygun bir yerine yığılmıştı.

Çarşamba günü Harman yeri tekrar dikkatlice gözden geçirilip, var sa taş ve kumlar bir kez daha temizlendikten sonra, kenarına yığılmış olan buğday sapları harman yerine yayılmıştı.

Saplar dışarıda, daneler harman yerinin içinde kalacak şekilde, eşit kalınlıkta yayıldığına kanaat getirildikten sonra güneşte kurutulmaya bırakılmıştı.

Güneşte kurutulan buğday sapları kolayca kırılır ve daneler başaktan kolayca ayrılırdı. Babam öyle söylemişti Bulgaristan’daki deneyimlerine dayanarak.

Çarşamba günü kurutulmaya bırakılan daneli buğday saplarının kıvamına geldiğini gören Babam, düven koşma zamanıdır. Demişti.

Düven, önüne koşulan öküz ya da at ile çekilen, alt kısmında, keskin çakmak taşlarının dikine çakıldığı kızak biçimindeki aracın adıydı.

Yaklaşık 50x 250 ebadında yanyana bir çift sağlam ve kalın tahtadan yapılmış düvenin altında boydan boya 3-4 cm aralıklarla oldukça keskin çakmak taşları bulunurdu.

Yaklaşık 1 ile 4 cm ebadında sert ve kesici bir taş cinsi olan çakmak taşları, birine sürtüldüğünde kıvılcım çıkartacak kadar sertti. Çakmak taşı adı da çıkardığı kıvılcımlardan gelmekteydi.

Keskin uçlu çakmak taşlarının, başakları ve tahılların saplarını kesebilmesi, danelerin serbest kalabilmesi için düvenin üzerine 60 kg ve üzeri bir ağırlık yüklenmeliydi. Öncelikle çocuklar, bir kaya parçası yerine, ağırlık yapmak için gönüllü olarak düvene binmeye bayılırlardı.

Sıcakların kendini iyice hissettirmeye başladığı Haziran ve Temmuz aylarında, 20-25 metre çapı olan harman yerine dizilmiş tahıl daneli sapların üstünde akşama kadar dönülür de dönülürdü.

Akşama doğru harmandaki buğday sapları ve başaklarındaki daneler kıvamına gelmiş mi diye bakılırdı. Hafif rüzgarlı bir havada, yaba ile yukarıya savrulan karışımda, daneler olduğu yere düşerken saman haline gelmiş kısmı rüzgarla daha ileride bir noktaya düşüyorsa, kıvamına gelmiş demekti.

Perşembe akşamı harmanımız kıvama gelmişti. Rüzgarın durumuna göre harmanın bir tarafına yığıldı daneyle samanlar. Şimdi biraz rüzgara ihtiyacımız vardı.

Babam rüzgarın şiddeti ve yönünü kendince kontrol ettikten sonra, tatmin olmamış gibi, danelerle samanları ayırma işlemini bugüne, Cuma sabahına bırakmış ve harmanın başında yatmıştı.

Tanyerinin ağarmasıyla birlikte kalktığımda anam çoktan kalkmış, sabah kahvaltısını hazırlamıştı. ”Mehmet, Mustafa’yı da kaldırdıktan sonra, git babana haber ver kahvaltının hazır olduğunu…” deyince çabucak elimi yüzümü yıkayıp, Mustafa’yı da kaldırdıktan sonra harman yerine gittim.

Babam dane saman karışımını yaba ile havaya savurarak ayırma işlemine başlamıştı bile. Rüzgar da tam kıvamında esmekteydi. Rüzgar tam da babamın istediği gibi olduğundan, samanları bir tarafa doğru sürüklerken daneler ağır olduklarından oldukları yere düşüyorlardı.

Kolay gelsin Baba” Dedikten sonra kahvaltının hazır olduğunu söyledim.

Birlikte yaptığımız kahvaltıdan sonra yaba ile savurma işlemi akşama kadar sürdü.

Babam, dinlenmek için ara verdiğinde, daneleri tenekelerle çuvallara doldurmaya başlamıştık…


29 Haziran 2022 Çarşamba

BUĞDAY HASADI BAŞLADI

 


22 Haziran 1953 Pazartesi, Misli (Konaklı)…

Akıncı Ailesi olarak, hasadını yapacağımız tarlaya geldik bu sabah erkenden.

Babam tırpanla biçerken ailenin diğer bireyleri orakla biçecektik. Kısa zamanda körleşen tırpanla orakları bilemek için gerekli olan uzun bileği taşları eksik olmadı yanımızdan.

Mevsimlik işçi olarak çalışan tırpancıların, her gün tırpana başlamadan önce, tırpanını örs üzerinde çekiç ile döverek ya da uzun bileği taşıyla, kesen yüzünü keskinleştirmesi gerekiyordu.

Babam hem tırpanının hem de orakların yüzünü keskinleştirdikten sonra dikkatli olmamız konusunda da uyardı.

Tırpanla ekin biçmenin iki yöntemi vardı. Birinci yöntemde ekin biçilir ve önünüzde birikirdi. Tırpanı yapan ya da arkadan gelen birisi tarafından deste yapılırdı, yapılmalıydı. Diğer yöntem ise süpürge yapılarak, bacakla biçilmeydi.

Süpürgeli biçme güç ve kıvraklık isterdi çünkü, biçilen ekin aynı zamanda deste de yapılmış olurdu. İplerle güzelce bacağa bağlanan süpürge, ayağa takılır ve ekin biçilmeye başlanırdı.

Babam 165 cm boyunda, ufak tefek biri olmasına rağmen gücü yerinde atom karınca gibi biriydi. Süpürgeli biçme yöntemini benimsemişti.

Yedi yaşını henüz bitirmiş olan kardeşim Mustafa orakla biçmede zorlanınca, anamla benim biçtiklerimi desteleme görevini üstlendi. Ayrıca, terlemiş ve yorulmuş olan babama testiden su yetiştirdi.

Zorlu bir çalışma esnasında, terleme yoluyla oluşan bedenimizdeki su kaybını önlemek için, su sızdıran testilerde sürekli soğumuş olan suyumuz olurdu.

Öğle paydosu verildiğinde biçilip destelenen ve yığın yapılan buğday sapları göz doldurmuştu.

Babam aptes alıp, araba gölgesinde namazını kıldıktan sonra, Anamın gelirken arabaya koyduğu mercimek yemeğinin yanında karabuğday ekmeği ile karnımızı doyurduk.

Bir süre dinlendikten sonra, güneş ufukta kaybolmaya yüz tutuncaya kadar biçmeye ve destelemeye devam ettik.

Yapılan desteler, ağaçtan yapılmış çatalla tarlanın uygun bir yerine taşınarak, korunaklı bir yığın haline getirildi.

Tarlada yaklaşık iki günlük daha iş kalmıştı tarladan ayrılırken.



BUĞDAY HASADINA HAZIRLIK

 

21 Haziran 1953 Pazar, Misli (Konaklı)…

Bahar aylarında beklediğimiz yağmur yağmadı. Bir bakıma kuraklık oldu...

Babam, hafta başından beri hemen her gün buğday tarlasına gidip, gelmişti.

Buğday saplarının seyrek, boylarının kısa ve tanelerinin yeterince olgun ve dolgun olmadığını görünce çok üzülmüştü.

Bugün beni de götürdü. Buğday tarlası çevresinde bir süre dolandıktan sonra, tarlanın içine girdi, bir tutum buğday danelerini sol avuç içine alıp yeterli danelerin olmadığını görünce yüzü gölgelendiyse de,

-Bak oğlum, buğday tam olum döneminde, danelerdeki nem oranı yüzde 13-14 olduğunda hasat edilmelidir. Danelerin kuru olup, olmadığına bakılmalıdır.

-iyi de Baba, nem oranının uygun olup olmadığını nasıl anlayacağız?

-Daneler elle bastırıldığında ezilmiyor ise uygun nem aralığında olduğu anlaşılır. Bir avuç başağı al eline, bastır parmaklarınla.

-Bastırdım Baba, ezilmiyor ama benim parmaklarım yeterince güçlü değil. Yanlış bir sonuç çıkarabilirim diye korkuyorum.

-Ben de bastırdığımda ezilmediğine göre, beklentimiz gerçekleşmemiş olsa da, hasat edilme zamanı gelmiş demektir oğlum. Ayrıca, hasat için danelerin kuru olmasının yanında yaprak, sap ve başağın da kuru olması gerekiyor. Tarladaki başaklar altın renginde ve elle ovalandığında daneler başakçık kavuzlarından kolayca ayrılıyorsa hasat için yeterli kuruluğa geldiği anlaşılıyor.

Hasada başlamadan önce buğday tarlasındaki tüm bitkilerin homojen olarak kuruduğundan emin olunması gerekiyordu. Ayrıca, rutubetin yüksek olduğu günün erken ve akşam saatlerinde hasat yapılmamalıydı.

Dane kayıplarının fazla olmaması ve kalitenin düşmemesi için hasat en uygun zamanda yapılması ve tamamlanması gerekiyordu.

Türkiye’de buğday hasadı, bölgelere göre değişmekle birlikte, mayıs-ağustos ayları arasınd
a yapılıyordu. İç Anadolu’da yer alan Niğde’de, hasat mayıs sonundan temmuz ortasına kadar yapılabiliyordu

Tarlamızdaki buğdayın hasat zamanının geldiğine kanaat getirerek, yarından tezi yok deyip, haziran ayının üçüncü haftasını seçtik Babamla…


27 Haziran 2022 Pazartesi

ÇİMLENEN BUĞDAYLARIMIZ

 



4 Nisan 1953 Cumartesi, Misli (Konaklı)…

Mart ayının ortasından itibaren Babam, hemen hemen her gün buğday ektiğimiz tarlaları görmeye gitti. Neredeyse tarlada yatıp, kalkacaktı havalar elverişli olsa.

Bugün de, çimlenmiş olan buğday filizlerini görmek için gitmişti. Döndüğünde yüzü gülüyordu.

Çimlenme beklendiği gibi, olması gerektiği gibi olmuştu. Önemli olan bundan sonraki hava koşulları ve yağacak yağmurun miktarına bağlıydı.

Sadece buğday filizleri için değil Akıncı Ailesi için de önemliydi hava koşulları ve yağacak yağmur miktarı. Yeterli yağmur yağmaz ise ekonomik yönden çıkmaza girecektik.

Geriye dönüp baktığımızda, Misli’ de zorlu bir kış geçirmiştik. Bazı bölgelerde bir bir buçuk metreyi bulan karlar Hüyük ve Niğde ulaşımını aksatmıştı. Gaz tuz gibi zorunlu ihtiyaçları bulmakta zorlanmıştık.

Mart kapıdan baktırır, çapa kürek sapı yaktırır. Deyimi burada da geçerli olmuştu. Bereket Mart ayının 15’inden sonra erimeye başladı. Eriyeli de 15-20 gün oldu.

Her ne kadar Misli’ deki zorlu koşullara uyum sağlamaya çalıştıysak da Çukurova hava koşullarından sonra, Misli Ovasındaki hava koşullarına uyum sağlamak pek kolay olmamıştı.

Babam, ısınmanın yanı sıra ekmek pişirmek, yemek yapmak ve çamaşırları kurutmak için en ideal ısınma aracı olan bir kuzine almıştı evimize.

Yörede odun olmadığından, yakıt olarak yaz aylarında hazırladığımız tezekleri kullandık.

Köydeki diğer komşularda olduğu gibi, hayvan dışkısından elde ettiğimiz tezekleri ısınmanın yanı sıra tozu ve külünden de yararlanacak şekilde kullandık.

Külünü buzlanmayı önlemek için kullanırken, tozunu da samana karıştırarak hayvan yemi olarak kullandık.

Hemen hemen her evin yanında ya da altındaki mağarada bulunan ahırda beslenen hayvanların dışkılarından elde etmiştik tezekleri.

Büyükbaş hayvan dışkılarının samanla karıştırılmasından oluşturulan tezekleri kış aylarında sobalarda tezek olarak kullanılırken ilkbahar aylarında tarlalarda gübre olarak kullanma yolunu seçtik.

Karakışın alabildiğine sürdüğü günlerde ısınmanın bir başka yolu da dışarıda kartopu ve aşık oyunu oynamak, kızak kaymak ve mağaralarda zaman geçirmekti.

Kar korkusu kışı zehir etmezdi. Karların mikrobu kırdığı bilinirdi. Karlı geçen yılın baharında kırlar bereketlenirdi. Kış gecelerinde soba kenarında, koyu çay sohbetleri yapılırdı.

Hamurunu yoğurur,  tandır ekmek sacını kurarlardı. Ekmek yaparlar, yer sofrası kurarlar, kuru yavan acı soğan demezlerdi. Halil İbrahim bereketine inanılır, sofradan şükür ile kalkılırdı.

Çocuklar “Ananın ekmeğine kuru, ayranına duru” demezdi.

Anam, kilerimizde bolca bulunan mercimek yemeklerinin yanı sıra karabuğday ekmekleri yaparak, evimizin olabildiğince temiz ve düzenli olmasını sağlarken babam da sıkça hayvanlarımızı kollardı.

Ekmek Teknesi olarak gördüğümüz iki öküzümüzün sağlığı ve bakımı her şeyden önemliydi.



24 Haziran 2022 Cuma

MİSLİ OVASINDA TAHIL EKİM ZAMANI

 


23 Kasım 1952 Cuma, Niğde Misli…

Samimi bir dindar olan babam, ki dinimizi kurtarmak için geldik Türkiye’ye derdi her fırsatta, Cuma gününün en hayırlı günlerden biri olduğuna inanırdı.

Dün akşam yemeğinden sonra hepimiz karşısına alarak,

-Yarın, günlerin en hayırlısı Cuma. Sabahın erken saatlerinde  ilk buğday tohumlarını tarlamızda buluşturmamız gerekiyor.

Dedi. Hep birlikte dua ettik hayırlı bir hasat sonucu alalım diye. 

Babam, mülkiyeti hazineye ait olan 100 dönümlük tarlamızdan, kendince buğday ekimine en uygun olan 50 dönüm tarlayı seçmiş ve ekim için hazırlamıştı.

Dönüm başına ortalama 16 kg buğday kullanılacağından, ekim için 800 kg buğday almıştı iki gün önce. 

Buğdayın alındığı günün akşamı anamla yaptıkları alçak sesli konuşmalarından, araba ve öküzlerden sonra tohumluk buğdaya da yaptığı ödemelerin akçe durumumuzu sarstığını anlattıktan sonra,

-Tarladan yeterli verimi alamazsak tekrar Çukurova’ya dönmek zorunda kalabiliriz.

Demişti.

Gün ağarmaya başladığında hep birlikte tarlamıza gittik. Öküzlerin çektiği arabada tarlaya giderken, birden zamanda geriye, 1950 yılının Kasım ayında buldum kendimi.

Henüz 6 yaşında, Karagözlerdeki tarlamızda babamla beraberdim.

Karagözler köyündeki diğer çiftçiler gibi, beline bağladığı bir torbanın içine koyduğu tahıl tohumlarını elle saçarak ilerliyordu tarlada. Ben de hayranlıkla izliyordum babamı. Babamın, 

-Hadi çocuklar işbaşına...

Sesiyle zamanımıza geri döndüm, tarlamızdaydık.

Tohumluk buğday çuvallarından biri indirildi. Babam, elinin rahat girip çıkacağı bir torba bağladı beline. Torbaya tohumluk buğday koymamızı bekliyordu.

 Evden getirdiğimiz bir tasla torbasını buğdayla doldurduk. ”Ya Allah, Bismillah…” diyerek belindeki torbasında bulunan tohumluk buğdayları eliyle saçarak ilerlemeye başladı.

Ben de bir elimde tas ve yarısına kadar buğday doldurduğumuz sırtımdaki çuvalla peşinden gidiyordum. Babamın torbasındaki buğdaylar bittikçe takviye ediyordum. Öğleyi biraz geçe bütün tohumluklar saçılmıştı. Tarlayı dikkatlice gözden geçiren babam,

-Tarlaya tapan çekmemiz gerekiyor çocuklar…

Dedi. Tarlaya atılan tohumları örtmek ve toprağı düzlemek için öküzlerin arkasına bağlanıp çekilerek gezdirilen ağaçtan yapılmış, oldukça geniş bir tarım aracıydı tapan.

Tohumları örtmenin yanı sıra toprağı fazla sıkıştırmadan, tümsekleri düzeltme ve çukurları doldurmak için ideal bir tarım aracıydı. 

Öğleden sonra tarlanın tapanlanması da tamamlayarak eve döndük gönül huzuruyla…

*****

Buğdayın ekimi ve tapanlanmasından yaklaşık bir buçuk iki ay sonra kar yağacak, toprak içinde kök salmaya başlayan buğday tanelerini dondan koruyacaktı.

Ayrıca Nisan Mayıs aylarında yeterli yağmur olursa, toprak yüzeyine çıkmış olan buğday fideleri uygun boylara ulaşırken, başaklarındaki daneler de irileşecekti. Beklentimiz böyleydi.

Karasal iklimin hâkim olduğu Misli Ovası, kurak-yarı kurak Orta Anadolu Bölgesinde yer almaktaydı. Yağışların düşük, buharlaşma-terleme oranının yüksek olduğu bölgede etkin yağış ortalaması ise toplam yağışın %20’sini aşmamaktaydı.

Üstelik kumlu toprakların geçirgenliği oldukça yüksek olduğundan, %20’lik yağış, buğday köklerinin gelişmesi ve buğday saplarının büyümesi, danelerin irileşmesi için yeterli olmayabilirdi.

Babamın deyimiyle, bundan sonrası ‘’Allah’ın takdiri’’ ’ne kalmıştı.

Bekleyip, görecektik…

*****

Eski Rum Köyü Misli, ki şimdilerde Konaklı Belediyesi, Ovasında buğday ekimi için en uygun zaman Kasım ayı ortalarından sonraki günlerdir. Demişlerdi köyün eski sakinleri.

Misli Ovası patates ambarıydı bölgenin. Patates yüzlerce yıl insanların en temel gıda maddelerinden biri olmuştu. Köy sakinleri, özellikle kış aylarında, közün içinde pişmiş patatesin tadına doyum olmaz demişlerdi.

Anavatanı Güney Amerika olan patates, yer fıstığında olduğu gibi,  yumrulu bitkilerdendi. İlkbaharda, hava sıcaklığının 8-10 dereceyi bulduğunda dikimi yapılan  patatesin Ekim ayı içinde hasadı yapmaktaydı. 

7000 yıllık bir geçmişi olmasına rağmen, patates bitkisini bilmediğimiz gibi ekim zamanını da geçirmiştik. Bu yüzden buğday ekmek zorunda kalmıştık.

Dünyada ilk patates üreticileri de İnka çiftçileriydi.  İlk kez And dağlarında yabani türler olarak ortaya çıkmış olan patatesin yumrularının kolay gelişebilmesi için gevşek, yani kumlu topraklara ihtiyacı olduğunu İvriz İlköğretmen Okulu Tarım derslerinde öğrenecektim yıllar sonra.

Öğrenecektim ama Misli ’de çiftçiliğe soyunduğumuz 1952 yılında bilmiyorduk. 

Patates yerine buğday ekmiştik...


MİSLİ KÖYÜNDE SOSYAL YAŞAM

 


7 Eylül 1952 Pazar, Misli Niğde…

Niğde’nin merkez köylerinden biri olan Misli’ye yaklaşık iki ay önce gelmiştik…

Nüfusu yok denecek kadar az olan köyde herkes birbirini tanıyordu.

Allaha karşı kulluklarını yerine getirdikleri bir cami ile pek fazla müşterisi olmayan bir köy kahvesi vard.

Az daha unutuyordum, bir de, veresiye defterli bir bakkalımız da var.

Köyün erkeleri genellikle camide bir araya geliyorlar namazlarını kılmak için.

Dini inanışları ve manevi yönleri kuvvetli olan köy sakinleri arasında selamsız sabahsız geçilmediği gibi birbirlerine de saygılılar.

Atları ya da eşeklerinin üstüne serilmiş heybenin iki tarafındaki mallarını satmak için gelen gezgin satıcılar renk katmakta Misli sosyal yaşamına.

Tarlalar ekime hazırlanmıştı. Patates hasadı da tamamlandıktan sonra zaman geçirmenin yolu, kahvenin önünde bir süre yapılan sohbetten sonraki yararlı eylem önlerindeki kumu karıştırmaktı.

Yerüstünden çok yeraltı şehirlerinde yaşamın yüzlerce yıl sürdüğü Kapadokya’nın giriş kapısı Niğde’nin Merkez köylerinden biri olan Misli’deki tekdüze yaşamı renklendiren çocuk oyunlarıydı.

Çocukların sosyalleşmesini sağlayan en önemli etkinliklerdi. Bazılarına büyüklerimiz de katılırdı.

Ekim zamanına kadar köyde büyüklerin yapabilecekleri bir iş olmadığı gibi, ibadet dışında, vakit geçirecek bir hobileri de yoktu.

Çocuklara gelince…

Mağara keşifleri ve köydeki Rum Kilisesinde gerçekleştirilen saklambaç oyunlarının dışında, bazen büyüklerimizin de katıldığı, ‘’beş taş’’, ‘’kemik aşık’, ‘’uzun eşek’’’ oyunlarımız vardı. Popüler oyunlarımızdı.

Bilgisayarların ve akıllı telefonların günlük yaşamı etkisi altına almadığı o dönemlerde, sokak aralarında ya da köy meydanında oynanan beş taş ve aşık oyunları hareketli kalmamızı sağlayan, yaşama sevincimize katkı sağlayan ve yaşama hazırlayan etkinliklerdi.

Bazen evde bile oynadığımız ‘’beş taş’’ oyununda, sağ elimize sığacak şekilde alınan 5 adet uygun taş iki avuç arasına alınarak ani bir hareketle yere serilirdi. Yere yuvarlanan taşlardan bir tanesi alınarak sağ elle havaya atılırdı.

Taş havada iken yerdeki taşlardan biri sağ elle alındıktan sonra havadaki taş yine sağ elle yakalanırdı.

Bu işlem dört taş için ayrı ayrı yapılırdı. Yerdeki taşlardan biri alınırken el diğer herhangi bir taşa dokunursa ya da havaya attığı taşı yakalayamaz yere düşürürse, havadaki taşı kapmak istediği sırada yerden aldığı taşı düşürürse oyuncu sırasını kaybederdi. Diğer oyuncu şansını denerdi.

Evlerin dışında, meydan sayılabilecek düz bir yerde, büyükler tarafından da oynanan diğer oyunlardan biri olan ‘’kemik aşık’’ daha da popüler bir oyundu.

Koyun ya da keçi gibi küçük baş hayvanların arka ayaklarında bulunan aşık kemiği kullanılarak oynanan ‘’aşık oyunu’’ Türklerin tarihi oyunlarından biriydi.

Oyun ile Türk kültürü ile o kadar iç içe geçmişti ki “aşık atmak” deyimi hala günümüzde bile kullanılmaktadır.

Tavla oynayanlar arasında ‘’benimle aşık atamazsın’’, ‘’benimle aşık atmaya kalkma’’ deyimlerinde kullanılan “aşık atmak’’ bu konuda benimle boy ölçüşemezsin anlamında kullanılmaktaydı. Hala da öyledir…

Köyde 8-10 kişinin rahat edebileceği büyükçe bir alana çizilmiş bir daire içerisine oyuna katılmak isteyen her oyuncu eşit miktarda kemik aşık dizerdi.

Oyuncular sırasıyla, enek aşık adı verilen özel seçilmiş kemikleriyle daire içindeki aşıkları vurarak dışarı çıkarmaya çalışırdı. Atışlar daireye en az 5 metre uzaklıktan çizilmiş bir çizgi arkasından yapılırdı.

Oyuncu aşığı vurarak daireden dışarı çıkartmışsa artık o aşığın sahibiydi. Ve atış sırası hala o oyuncudaydı. Vuruş yapılamamış ve dışarı çıkarılamamış ise sıra diğer oyuncuya geçerdi.

Dışarıda, özellikle bir duvar dibinde oynanan diğer popüler oyunumuz da ‘’Uzuneşek’’ oyunuydu. Günümüzde oldukça ilkel sayılabilecek sokak oyunlarından biri olan ‘’uzuneşek’’, genellikle erkek çocukların ilgi gösterdiği bir etkinlikti.

İki takımın oynadığı hakemli bir oyun olup, oyuncu sayısı 10 kişiye kadar çıkabilirdi. Oyunda amaç, uzuneşek gibi sıralanmış rakip takımın sırtına atlamak ve takımı çökertmekti…

22 Haziran 2022 Çarşamba

TARLALAR EKİM DİKİME HAZIRLANIYOR

 


25 Ağustos 1952 Pazartesi, Misli…

Tarım için birinci dereceden önemli olan Ekmek Teknemizi yaklaşık 10 gün önce edinmiştik.

Dün de tarlaları sürmek için gerekli tarım araçlarından saban sağlandı.

Buğday tarlasından doyurucu verim alabilmek için, ekimden önce toprağın işlenmesi en önemli aşamaydı.

Toprağı ekim dikime hazırlamak, yani sürmekten amaç, toprağın altını üstüne getirerek havalanmasını sağlamaktı.

Tarlayı ya da toprağı sürmek için kullanılan saban M.Ö. 5. ve 6. yüzyıllara tarihlenmekteydi. Sabanın en eski çeşitlerine Mezopotamya’da rastlanmıştı.

İlk sabanlar ağaçtan yapılmış olup, iterek ya da çekerek, insanlar tarafından kullanılmıştı.

Eski Mısırlılar bu durumu biraz daha geliştirdiler. Esirleri, sabana benzer aletlerin önüne geçirip çektirerek toprağı sürerlerdi.

Daha sonraki yıllarda, ehlileştirilmiş hayvanlar bağlanarak çekilen sabanlar yapıldı. Bu ilerleme ve gelişme, Eski Romalılarda bir adım daha ileri götürülerek, toprağı süren kısmı, bıçağı demirden olan saban yapmayı başardılar.

İyi sürülmüş bir tarladaki toprak, hem havayı, hem de yağmur sularını yeter derecede derinlere gönderebilirdi. Böylece tarla da sürülmemiş bir topraktan daha çok ürün verirdi.

Misli'deki tarlalarımız yüksek verime uygun değildi. Değildi çünkü buğday tarlasından yüksek verim elde etmek için tarlanın derin topraklı, killi, tınlı, fosforlu, biraz kireçli ve humuslu topraktan oluşması gerekirdi.

Oysa bizim tarlalarımız kumul ağırlıklıydı.

Tarlamıza Kaplıca buğday olarak da bilinen Karabuğday ile ekmeklik buğday ekimi yapılabilir. Dedi babam.

Karabuğday atadan kalma bir tür olup, İnsanoğlunun ilk yediği buğdaydı. Görüntüsüne baktığınız zaman biraz arpayı da andıran bir yapısı vardı. Kalın kabuklu ve işlenmesi zordur.

Demişti babamız. Bulgaristan’da su değirmenlerinin yanı sıra el değirmenleriyle de öğütüldüğünü söylemişti.

Buğdayda yaklaşık 30 farklı tür protein bulunmasına karşın bunlardan sadece ikisi, glutenin ve gliadin, suyla birleştiğinde gluten olarak bilinen sakıza benzer sert ve esnek maddeyi oluşturmaktaydı.

Buğday unu suyla karıştırılıp yoğrulduğunda, bu iki protein suyu tutmakta ve esnek gluten zincirlerini oluşturmak üzere birbirine bağlanmaktaydı.

Gluten olmadan ekmek mayalanmaz ve kabarmaz. Demişlerdi bu konuda oldukça bilgili olanlar.

Bazı insanların glutene karşı özel bir hassasiyeti varmış bende olduğu gibi. Gluten alerjisi bulunan kişilere Çölyak Hastası dendiğini öğrenmiştim yıllar sonra.  

Çölyak hastaları glutenli gıdaları sindiremedikleri için, zamanla ince bağırsaklarındaki minik çıkıntıların silinmesiyle, besin emilimi bozulmakta ve başta bağırsaklarda önemli miktarda gaz birikmesinin yanı sıra diğer rahatsızlıklar ortaya çıkmaktaydı.

Karabuğday glutence fakir, diğer proteinlerce zengin bir tahıldı.

Sonraki yıllarda, İvriz İlköğretmen Okulu’nda tarım öğretmenimiz Salih Ziya Büyükaksoy bu durumu ayrıntılı olarak anlatacaktı.

Köylerde yenen karabuğday ekmeğinin aslında yenmesi gereken ekmek olduğunu, beyaz ekmekten uzak durulması gerektiğini öğrenecektik.



MİSLİ AZİZ VLASİOS RUM KİLİSESİ

 


17 Ağustos 1952 Pazar, Misli…

Tek bir dikili ağacın bulunmadığı Misli Köyü’nde, evlerimizin yapıldığı bu yeraltı bölgesinin üzerinde 100 haneyi barındıran yapıların dışında göz dplduran bir Rum Kilisesi vardı.

Aziz Vlasios Rum Kilisesi...

Kilisenin adı ve geçmişini öğrenmenin yanı sıra, köyün adı ‘’Misli’’ de merakımı uyandırmıştı…

Öğrenmenin itici gücü merak ve bilenlere soru sormaktan geçiyordu.

Her zaman meraklı ve soran birisiydim.

1924 nüfus mübadelesinde Selanik’ten gelmiş yaşlıların bazılarını dinlerken edindiğim bilgilere göre, Misli İç Anadolu’daki antik köylerden biriydi.

Tarihi kaynaklar Kapadokya bölgesinde bulunan Misli ‘nin bir yeraltı yerleşim bölgesi olduğunu yazıyordu.

Bu yer altı şehrinin üzerindeki devasa yapı 19. Yüzyıla ait Aziz Vlasios Rum Kilisesiydi.

Kapadokya‘ nın en güzel ve görkemli kilisesi olmanın yanı sıra İstanbul'daki Ayasofya'dan sonra en büyük kiliseydi.

Rumlarca kutsal kabul edilen kilise, Mübadele sonrasında, bir süre Selanikliler tarafından ziyaret edilmiş, ancak Türk Hükümetince çıkarılan zorluk ve engellemeler nedeniyle, ziyaretler kesilmiş ve kilise kaderine terkedilmişti.

Bazalt cinsi taştan yapılmış olan Rum Kilisesi bazilika planlıydı. Girişteki holden ana mekâna giriş üç kapıdan sağlanmaktaydı.

Ana kapının üzerinde ve hemen solundaki kapı üzerinde kemer aynası içerisinde kitabeleri vardı. Bu kitabelerden birinde 1844 tarihi okunmaktaydı.

Kilisenin doğu kısmında yapı dışına taşan bir ana apsisle ve yan apsisler görülmekteydi.

Batıda bir giriş holü ve içeride sütunlarla birbirinden ayrılmış boyuna uzanan ve nef olarak adlandırılan üç bölüm bulunmaktaydı.

Bölümler birbirinden 4 sütunla ayrılmakta olup, yanlarda birer ana sütunlar üzerine oturmaktaydılar.

Ortada büyükçe kemer iki yanda iki küçük kemer vardı. Kilisenin üstü, orta bölüm üzerinde kırma çatı ve yan bölümlerde de birer küçük kubbe ile örtülüydü.

Ön cephede, büyük kemerin üzerinde yanlardan başlayarak yukarı doğru kademeli olarak çıkan, çatıya yakın dekoratif payenin üzerindeki vazodan hayat ağacı motifi çıkmaktaydı.

Alttaki pencereler kemerli olup, kemer üstleri kör kemerler ve dekoratif payelerle süslüydü.

Misli tarihsel süreçte değişik adlarla yazılmış ve adlandırılmış antik bir yerleşim birimiydi. Misti, Misthi, Mysti, Musthilia, Mustilia, Moustila, Misli gibi adlandırmaların yapıldığı bu antik köy, günümüzde Konaklı Belediyesi olarak biliniyor.

Bazılarına göre Antik Misli ’nin kuruluşu M.Ö. 400 yıllarına tarihlenmişti.  

M.Ö. 480 yılında, ilk büyük Pers-Yunan savaşı olan Maraton’un ardından tam 80 yıl geçmişti. Perslere karşı savaşmak için Anadolu’ya geçen Yunanlı paralı askerlerden bir grubun kurduğu bir yerleşim birimiydi Misthi.

Zaten Antik Dönem Grekçesinde Misthi ya da Misthios paralı asker anlamında kullanılan sözcüklerdir. Demişti sonraları ilkokul öğretmenim.

1924 Mübadelesinden sonra, 1949 yılında 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu ile yer adlarının değiştirilmesi işlemleri yasal bir dayanağa kavuşmuştu. Ardından 1957 yılında da bir “Ad Değiştirme İhtisas Kurulu” kurulmuştu.

Söz konusu bu kurulun çalışmaları, çeşitli kesintiler olmakla birlikte, 1978 yılına kadar on binlerce yerleşim biriminin adı değiştirmişti.

Bu arada Misli ‘nin adı da Konaklı olmuş…

Bizim, kesintilerle yaklaşık 6 yıl kaldığımız dönemde bu antik köyün adı Misli idi…              



EKMEK TEKNESİ SAHİBİ OLUYORUZ

 


16 Ağustos 1952 Cumartesi, Misli…

Ev sorunu çözüldükten sonra sıra ekmek teknesi edinilmeye gelmişti.

Ekmek teknesi” deyimi çiftçilik yapan köylünün “geçim kaynağını” anlatmak için kullanılagelmişti.

Köylü toprağını işlerken onun en büyük yardımcısı ‘’öküz’’ dü.

Öküz, cinselliği yok edildikten sonra uysallaştırılmış, munis, güçlü bir hayvan olarak tarım işçisinin yardımcılığına dönüştürülmüştü.

Toprağı işlemek için kara sabana koşulan öküz; tarlaya gidip gelmek, tarladaki üretimi köye ve harman yerine taşımak, hastaları bir başka köye ya da kasabaya götürmek için kullanılan vazgeçilmez bir yardımcıydı.

Öyle ki Nazım Hikmet’in ‘’Kurtuluş Savaşı Destanı’’ nın ‘’Kadınlarımız’’ bölümündeki dizelerinde dile getirdiği,

‘’…anamız, avradımız, yârimiz  ve sanki hiç yaşanmamış gibi ölen ve soframızdaki yeri  öküzümüzden sonra gelen …’’

kadınlarımız, Anadolu’nun bazı yörelerinde çiftçinin bu en büyük yardımcısından sonra yerini almıştı.

Oysa sulu tarımın yapıldığı bölgelerde olduğu gibi, Bulgaristan Karagözler Köyünde de ''aile emeğ'' üretimin içine girerdi.

Küçük ve büyükbaş hayvanların bakımı, sütlerinin sağılması, süt ürünlerinin oluşturulması, taze fasulye, salatalık, kavun, karpuz ve kabak gibi ürünlerin üretilmesi daha çok kadınların işiydi.

Erkekler bir çift öküz ve çektikleri kara sabanla üretime girerken kadınlarımız sulu tarımın sunduklarıyla üretime katkıda bulunurlardı.

Aile emeği ile bir çift öküzün esasını oluşturduğu köylü üretim biçimi kadını ikinci sınıf vatandaş olmaktan kurtardığı gibi, ortaya çıkan üretim ve getirileri ailenin geçimini rahatlıkla sağlıyordu.

Henüz artezyen kuyularının farkına varılıp, açılmadığı 1950’lerin Misli Köyünde aile emeği yok denecek kadar azdı. Geçim de zordu haliyle…

Bulgaristan’da çiftçilik yapanların kadınları, ‘’soframızdaki yeri öküzümüzden sonra gelen’’ muamelesine maruz kalmamış ise de ailenin geçimini sağlayan, çift çubuk için hayati önemi vardı bir çift öküzün.

Bunun ayırdında olan babam ve babam gibiler en kısa sürede, tahıl ekim zamanı gelmeden önce, bir çift öküzle bir araba edinmenin yollarını aramaya başlamışlardı.

Misli Köyünde sağlanamayınca civar köy ve kasabaları gezmeye başlamışlardı.

Yaklaşık bir hafta arayıştan sonra, bugün öğleden sonra, Hüyük İstasyonu tarafından, bir çift öküzün çektiği elden düşme bir araba ile babamın geldiğini gördük.

Geldiğinde yüzü gülüyordu. Gülüyordu çünkü ”ekmek teknesi” ne kavuşmuştu, kavuşmuştuk…

Bir çift öküzün çektiği arabayla birlikte avluya giren babamızı hem büyük bir sevinç hem de heyecanla karşılamıştık. Anam ellerini gökyüzüne doğru kaldırmış, dua ediyordu.

Arabadaki koşumlarından çıkarılan öküzler için avlumuzun altındaki mağarada yer hazırlanmıştı. Babam öküzleri okşayıp, terlerini sildikten sonra mağaraya götürüp önlerine saman koydu.

Akşam sofrasına oturduğumuzda, yemeğe başlamadan anlattı öküzlerle elden düşme arabayı. Oldukça hesaplı almıştı. Gözlerinin içi gülerek, ''yarından tezi yok tarlaları ekime hazırlamalıyız'' dedi.

21 Haziran 2022 Salı

MİSLİ'DE İKİ ODALI EVİMİZ

 





10 Ağustos Pazar, Niğde Misli…

16 Temmuz’da evlerimizi yapacak ustalar bulundu ve yönlendirmeleriyle gerekli malzemeler satın alındı.

Evin ön cephesi, genelde güneş alsın diye, kuzey-doğu olacak şekilde inşaata başlandı. İmece usulüyle, yaklaşık bir ayda evlerin yapımı tamamlandı.

İnşaat tamamlandığında iki odalı şirin bir evimiz olmuştu. Her iki odanın da ön cepheye bakan birer penceresi vardı. Ayrıca evin önünde sundurma da yapılmıştı.

Ortadaki giriş kapısından, aynı zamanda mutfak ve kiler olacak odaya giriliyordu. Kışın soba bu odaya kurulacaktı merkezde olduğundan. 

Bir kapı ile sol taraftaki odaya giriliyordu. Ön cepheye bakan tek pencereli bu oda kardeşim Mustafa ile benim hem yatak hem de çalışma odamız olacaktı ilkokula başladığımızda.Sağ tarafa açılan kapı da anamla babamın yatak odasıydı. 

Avlu girişinin sol tarafından inilen oldukça büyük ve derin bir mağaramız da vardı. Olması iyiydi, iyiydi çünkü edinmeyi düşündüğümüz hayvanların barınma yerlerini şimdiden sağlamıştık.

Elde edeceğimizi düşündüğümüz ürünler için de depo olarak kullanılacaktı. Patates deposu olarak kullananlar vardı mağaraları.

Köylerde ‘’kenef’’ adını verdiğimiz tuvaletler evin dışında, hiç olmazsa 10-15 metre uzakta, olurdu. Bu tür tuvaletlere boşaltım çukurları açılırdı. Babam mağaraya bir delik açarak bu sorunu çözmüştü.

Evin çatısından artan tahta parçalarıyla, üzerine şilte serilerek yatmaya ve oturmaya yarayan kerevetler yapılmıştı. Kerevetlerden bazıları yüklük görevini de görüyordu. 

İçine saman doldurularak yapılan uzun yastıklar duvarlara dayanacak şekilde konulunca hem oturacak hem de yatacak yerlerimiz olmuştu.  Kerevetler ve özellikle yer minderleri mutlaka olurdu. 

Ancak Göçebe ailelerin yemek ve çalışma masaları olmazdı. Olamazdı çünkü bir başka yere göçerken büyük sorunlara yol açardı.

Masa yerine sini adı verilen, yüksekliği de 15-20 cm olan yuvarlak yer sofraları olurdu. Genellikle tahta siniler kullanılırdı.

Gecelerimizi aydınlatmak için gaz lambaları kullanılırdı.

Yeni kuşakların pek bilemeyeceği gaz lambaları beş parçadan oluşurdu. En altta küçük bir gaz tankı, hemen üzerine eklenmiş bir gaz ayar çarkı, çarkı da içine alan gaz deposu, çarkın içinden geçerek şişenin içine giren yassı bir fitil ve en üstte, alevi koruyacak ince ve kırılgan gaz lambası şişesi bulunmaktaydı.

Türkiye’ye geldikten yaklaşık bir buçuk yıl sonra başımızı sokacağımız bir eve sahip olmuştuk.

Sıra tarlalarımızı sürüp, ekip biçmeyi sağlayacak iki öküze, ziraat aletlerine ve bir öküz arabası edinmeye gelmişti. O da olur du inşallah…



20 Haziran 2022 Pazartesi

YENİ YERLEŞİM YERİMİZ MİSLİ NİĞDE

 


15 Temmuz 1952 Salı, Misli…

Haziran 1951'de, henüz Türkiye Cumhuriyeti vatandışlığına kabul edilmediğimiz serbest göçmen olduğumuz dönemde, yerleştirilmek istendiğimiz Elbistan Hasanköy'de tarıma elverişli arazi olmadığı gibi ailemizi geçindirecek bir uğraş da sağlanamamıştı.

Aç kalma tehlikesi üzerine, mevsimlik işçi olarak Çukurova'ya gitmiştik bir ''elçi'' buyruğunda.

Yaklaşık 5 ay pamuk tarlalarında, Osmaniye yer fıstığı ambarlarında çalıştıktan sonra kışı Düziçi Yeşilova Köyü'nde geçirmiştik.

17.10.1951 tarih ve 3-13828 sayılı Bakanlar kurulu kararıyla Türk vatandaşlığına kabul edildiğimizi 8 ay sonra, tesadüfen öğrendikten sonra, ikinci kez yerleştirlmek istendiğimiz Misli'ye bir hafta önce gelmiştik.

Geçen hafta Cuma günü, babamla birlikte, Yeşilova’dan gelen muhacirlerin aile reisleri Niğde’ye giderek gerekli yasal işlemleri yerine getirdiler.

Böylece, yasal olarak yerleştirilmiştik Misli Köyüne.

Ailelerdeki kişi başına 25 dönüm mülkiyetsiz tarla tahsislerinin yanı sıra her bir aileye 3 500 TL para da verilmişti.

Verilen 3 500 Liranın 2 000 Lirası yapılacak ev için kullanılacaktı. 1 000 ya da 1 200 Lirası bir çift öküz, koşulacak araba ve tarım aletleri için kullanılmalıydı.

Artması düşünülen 300 ile 500 Lira da geçimimiz için kullanılacaktı. Biraz da Düziçi Yeşilova Köyünde biriktirdiklerimizden vardı.

Ekim, dikim yapmamız halinde, ilk üretimin hasadını almak için bir yıldan fazla bir zaman vardı önümüzde. Yetecek miydi geçim için ayrılanlar?

Bir çaresi bulunur diyen babamla birlikte diğer Karagözlüler, öncelikle ev sorununu çözmek için araştırmaya başladılar.

Muhacirler için köylerde iki odalı evler yapılması ve  yaptırılması projelendirilmişti. 100 ya da 200 muhacirin iskan edileceği yerlerde devlet evleri yaptırıyordu.

Misli’ de 10 aileydik. Devlet parayı vererek, başınızın çaresine bakın demişti.

Hiç kimse kafasına göre ev yapamayacaktı. Kurala uyulacaktı. Yer seçimi önemliydi ve bize bırakılmıştı.

Evimizin önünde genişçe bir avlumuz olmalıydı. Ayrıca edinmeyi düşündüğümüz hayvanlar için ahır olarak düşündüğümüz mağara da avlu içinde kalmalıydı.

Mağaralar bölgesinin kuzey-batı ucunda çadırımızı kurduğumuz yer aradığımız özelliklere sahipti.

Babam ev yapımına girişmeden önce, hayvanlar için düşünülen mağara arazimiz içinde kalacak şekilde, bir avlu oluşturdu ve taş duvarlarla çevirdi.

Avlular bir bakıma özel mülkiyeti temsil ediyorlardı. Evler daha güvenliydi, avlulara herkes giremezdi.

Oluşturduğumuz avlu, şimdiki adıyla Konaklı Beldesinin güneyinde, Gölcük yolu kıyısında kalıyordu.

Rum Kilisesine göre yaklaşık 500 metre kuzey-doğuda kalan ev yerimizin yaklaşık 200 metre doğusunda ilkokul, 300 metre kuzey-doğusunda da bu günkü Merkez Camisi yer alıyordu. Seçim oldukça iyi olmuştu.

Sıra ev yapımında uzmanlaşmış ustaları bulmaya gelmişti. Köyde işlenebilir taş boldu.

Önemli olan iyi ustaları bulmaktı…


MÜLKİYETSİZ TARLA VERİLİYOR

 

10 Temmuz 1952 Perşembe, Misli Niğde…

İskan edilmek üzere geldiğimiz Misli’ de Niğde’den gelecek görevlileri bekledik 3 gündür. Nihayet bu sabah geldiler. 

Toprak İskan Müdürlüğü’nden gelen bu görevlilerin bizlere nasıl yardım yapacakları konusunda kafa yoruyordum.

Osman’ın anası Hatice Teyze ve diğer köylüler Rumlardan kalan tarlaların bir kısmının bizlere verileceğini söylemişlerdi.

Bu nedenle, bugün benim için de özel bir gündü. Öyleydi çünkü ailelerimize verilmesi düşünülen tarlaların miktarı, hangi koşullarda verileceği ve mevkii önemliydi.

Haydi, tarlalar verildi, işlemek için hayvan ve tarım aletlerine ihtiyaç olacaktı. Onları nasıl sağlayacaktık?

Bulgaristan Karagözler Köyünde olduğu gibi çiftçilik yapabilecek miydik?

Çocuktuk ama Çukurova’da Mevsimlik İşçilik dönemi he
pimizin büyümesini sağlamıştı. Büyükler gibi düşünmeye başlamıştım.

Akşamüzeri görevliler Misli’ den ayrıldılar, babam gülümseyerek geldi çadır kurduğumuz yere. Çok uzun süredir gülümsediğini görmemiştim. Bu iyiye alametti.

Oturduktan sonra anlattı. Ailelerin her bireyine hazine arazisinden 25 dönüm tarlayı kullanma izni veriliyordu. Mülkiyetsiz tarla vereceklerdi yani.

Beş yıl kesintisiz olarak ekip biçersek mülkiyeti bize geçecekti…

Dört kişilik bir aile olduğumuzdan, ‘’Akıncı’’ Ailesinin 100 dönüm tarla kullanma izni olmuştu. 

Sonuçtan çok mutlu olmuştuk.

Alınan sonuçlar yerleşik düzene geçmemizi sağlayacak gibi görünüyordu. Görünüyordu ama Misli Ovası Karagözler ’den çok farklıydı.

Akarsuyun olmayışı ve kumlu tarım toprakları bizi düşündürüyordu.

Her şeye rağmen gönlümüzde umutlar yeşermeye başlamıştı…

BİR YIL SONRA ÇAPA ÖĞRETMEN OKULU MİSAFİRİYİM

15 Haziran 1964 Pazartesi, İstanbul... Bugün sabah kahvaltısından sonra birden, zamanda 2 yıl geriye, İstanbul Çapa Öğretmen Okulu'a git...