Ankara Türk Ocağı ile tanışma
30 Ekim 1964 Cuma, Ankara...
A.Ü. Fen Fakültesi'nde 5 Ekim pazartesi günü başlayan derslere ısınmaya çalışıyoruz. Diğer taraftan, benim gibi düşünen bazı arkadaşlara göre, üniversiteli olmak çok yönlü bir eylemdir ve öyle olmalıdır. Çok yönlü bu eylemler içinde sinemalar, tiyatrolar, operalar, resim ve heykel sergileri, düşünce ve kültür dernekleri bulunmaktadır.
Ayvaz Gökdemir yönetimindeki Üniversiteliler Kültür Derneği ile geçen yıl, hazırlık lisesi öğrencisi iken tanışmış ve zaman buldukça seminerlerine katılmıştım. Bu kez Ankara Türk Ocağı ile tanıştım Ayvaz Gökdemir müritlerinin yönlendirmesiyle .
Kurtuluş Savaşı döneminde, Cuma Namazlarının kılındığı, Namazgah Tepesi'ndeki yerleşkede Türk Ocakları Genel merkezi olarak inşa edilen anıtsal binadaki Ankara Türk Ocağı toplantılarına katılmaya başladım.
Her zaman olduğu gibi, soran ve sorgulayan biri olarak, anıtsal binanın yanı sıra, Türk Ocaklarının geçmişini de öğrenmek istedim.
Türk Ocakları Merkez Binası olarak, Yüksek Mimar ve Mühendis Arif Hikmet Koyunoğlu tarafından, 1927 yılında projelendirilerek temeli atılan ve 1930 yılında tamamlanan yapı Selçuklu, Osmanlı ve Çağdaş Türk Mimarisinin sentezini oluşturmaktaydı. Birinci Ulusal Mimarlık Dönemi’nin en güzel örneklerinden olan yapı, 1931 yılında Cumhuriyet Halk Fırkası’ na devredilmişti.
Anıtsal yapı, 1932 yılında, Türk halkının eğitim ve kültürel yönden kalkınmasını sağlamak, Cumhuriyet yönetiminin erdemlerini, Atatürkçülük ilkelerini halka yaymak amacıyla Halkevleri’ ne dönüşecekti. 25 mart 1912 yılındaki kuruluş amacı da buydu.
Bilindiği gibi, Tanzimat Fermanının ilanından sonra Osmanlı ülkesinde baş gösteren ayrılıkçı düşünceler, 1908'de ikinci Meşrutiyetin ilanı ile birlikte rahatsız edici kıpırdanışlar ve davranışlar halini almıştı. Devlet içindeki etnik ayrılıkçılar bir ayaklanmağa, devleti parçalamaya yönelmişlerdi.
Bunların önüne geçmek için Osmanlıcılık ve İslamcılık gibi akımlar geliştirilip uygulamaya konulmuş, fakat bunların milli birliği ve ülke bütünlüğünü korumaya yetmeyeceği kısa zamanda anlaşılmıştı.
İktidardaki İttihat ve Terakki Cemiyeti milliyetçi bir görüşü temsil etmekle birlikte ne siyasi istikrarı sağlayabiliyor, ne de ayrılıkçı faaliyetlerin önüne geçebiliyordu. Bu durum, ülkenin dertleri ile ilgilenen genç aydınları derinden üzüyor, onları ülke ve millet sorunlarına çareler aramağa yöneltiyordu.
Sorun ve dertlerin yalnızca aydınların bilmesi de yeterli değildi. Toplum katmanlarının ilgisini de çekmek gerekirdi. Fakat Osmanlı devletinin temelini oluşturan Türk toplumu milli kimliğinden habersiz yaşıyor, bundan dolayı ayrılıkçı davranış ve eylemlere gereken tepkiyi gösteremiyordu. Öyleyse ona kimliğini ve benliğini tanıtacak, milli duygularını canlandırıp harekete geçirecek çalışmalar yapılmalıydı. Bu da ancak milli bilinci güçlü, yurtsever aydınların çabaları ve çalışmaları ile mümkün olabilirdi.
Milliyetçi birçok aydının kafasını durmadan meşgul ettiği muhakkak olan bu düşüncenin ilk önemli kıvılcımı zamanın Askeri Tıbbiye Mektebi'nde parladı.
Bir yandan hekimlik öğrenimi görürken bir yandan da yurt ve millet sorunları ile ilgilenen 190 Askeri Tıbbiye öğrencisi, bu sorunların çözümü ile uğraşacak bir "gönüllüler kuruluşu" oluşturulmasına yönelik görüş alış verişini sağlamak için bir toplantı düzenleme girişiminde bulundu.
24 Mayıs 1911'de başta dönemin ünlü Türkçüleri olmak üzere, birçok tanınmış şair, edip, bilim ve düşünce adamına mektuplar yazdılar ve 21 kişilik de bir girişimciler kurulu oluşturdular.
Dr. Fuat Sabit (Ağacık) başkanlığındaki üyeleri ile ünlü Türkçülerden Mehmed Emin (Yurdakul), Akçuraoğlu Yusuf, M. Ali Tevfik (Yükselen), Emin Bülend (Serdaroğlu) ve Ağaoğlu Ahmed Beğlerin katıldığı bir toplantı yapıldı.
Türkçülük düşüncesini yayacak ve yaşatacak bir derneğin kurulması ve adının da "Türk Ocağı" olması, 3 Temmuz 1911'de yapılan bu toplantıda kararlaştırıldı.
Türk Ocağı bir yandan İstanbul'daki merkezinde faaliyet gösterirken bir yandan da, başta İzmir'de olmak üzere, belli başlı şehirlerde şubeler açarak çalışmalarını genişletti. Şube sayısı 1916'da 25'e, 1919'da 35'e yükseldi. İstanbul'daki İşgal güçleri ve Osmanlı yönetiminin baskılarıyla, Kurtuluş Savaşları boyunca, askıya alındı.
1922'de "Milli mücadele" zaferlerle sonuçlanınca Türk Ocağı'nın çalışmaları yeniden canlandı. Kapatılan şubeler yeniden açıldı ve Mustafa Kemal Paşa'nın desteği ile bunlara bir çok yenileri katıldı.
Cumhuriyetin ilanından sonra başlatılan devrimlerin başlıca destekçisi ve tanıtıcısı Türk Ocakları oldu. Bu dönemde açılan Ocakların sayısı, 1928 yılı başında 141'e ulaşmıştı.
Bu dönemde, Ankara'ya taşınmış olan Genel Merkez'de birçok bilimsel ve sosyal toplantılar, kültürel etkinlikler düzenlenirken çok sayıda da eser yayınlandı. Şubeler de kendi imkanları çerçevesine halk okulları, dispanserler, başka sosyal kuruluşlar kurarak topluma yararlı çalışmalar yapıldı.
Kuruluş aşaması ve sonrasında, tüzükleri gereği, kesinlikle siyasetten uzak kalmasına rağmen, 1927 yılında toplanan Türk Ocakları Kurultayında, Türk Ocağı Yasası'nda değişiklik yapılarak, Cumhuriyet Halk Partisi ile ilişkilendirildi.
Bu değişikliğe göre, "Cumhuriyet, milliyet, çağdaş medeniyet ve halkçılık ülkülerini izleyen Türk Ocağı, Cumhuriyet Kuruluş Amaçlarını gerçekleştirmekte olan Cumhuriyet Halk Fırkası ile devlet siyasetinde beraber" olacaktı.
Böylece, kuruluştaki "asla siyasetle uğraşmama" ilkesinden sapılmış, bir ucundan siyasete bulaşmış oluyordu Türk Ocakları.
Siyasî otoriteler kültür ve fikir üreten kuruluşların varlıklarına karşı daima duyarlıdır. Çünkü bu kuruluşlar, siyasetle uğraşmazlar ama, dolaylı olarak, siyasete yön verirler. Bu da siyasî parti liderlerini düşündürür. Çünkü, kültür ve fikir üreten kuruluşların kendilerine bağlı gördükleri toplulukların düşüncelerini her an değiştirebilirler.
Bu düşüncelerle, Türk Ocakları 1931 yılındaki son kurultaylarında kendilerini feshederek, bütün mal varlıklarını da Halkevleri'ne devrettiler. Böylece, Türk Ocaklarının varlıkları sona ermiş oldu.
Türk Ocaklarının günümüze kadar gelen ikinci varlık dönemi, 18 yıllık bir aradan sonra, 1949 yılında İstanbul'da başladı.
Kapatıldığı 1931 yılında üst yöneticileri olan Hamdullah Suphi Tanrıöver, Dr. Hasan Ferit Cansever, Burhanettin Develioğlu, Ahmet Mazhar Akifoğlu, Dr. Fethi Erden, Ragıp Nurettin Ege, Tevfik Noyan, Cevat Mustafa Emecan ve Cemil Behçet'in kurucu olarak gösterildiği bir Türk Ocakları Yasası ile, Türk Ocağının 10 Mayıs 1949'da, İstanbul'da yeniden açılması sağlandı.
Yorumlar
Yorum Gönder