Tarsus Turan Emeksiz Ağaçlama Sahası 1965
26 Haziran 1965 Cumartesi, Tarsus...
A.Ü. Fen Fakültesi yaz dönemi sınavları dün sona erdi. Denel Kimya dışındaki derslerden, yüksek notlarla olmasa da, geçer not aldım.
Akşam yemeği sonrasında arkadaşlarla, ekimde buluşmak üzere, vedalaştıktan sonra Ankara Hipodrom Caddesi üzerindeki otobüs garajından 2 gün önce aldığım biletle saat 23;30'da bindiğim otobüs, 8 saatlik yolculuktan sonra beni Tarsus'a ulaştırmıştı.
Tarsus Okaliptüs Ormanı İşletme Şefliği'nin, Kleopatra Kapısı civarından kalkan, saat 08;00'deki servis arabasına yetişmiştim. Direksiyonda hareket saatini bekleyen Kaptan Mahmut Abi beni görünce arabadan indi. Her zaman olduğu gibi, bu kez de, sarılarak karşıladı.
Sevip, saydığım Mahmut Abi hal hatır sorduktan sonra ''gözümüz aydın, Derviş Çavuş da Turan Emeksiz'e gidecek. Seni ailene ulaştırmam kolay olacak. Fidanlıkta çalışanları bıraktıktan sonra ikinizi de Turan Emeksiz Ağaçlama Sahası'na sağ salim ulaştırırım.'' Dedi.
Çok mutlu olmuştum, teşekkür ettim. Ankara Üniversitesi Fen Fakültesi üzerinde sohbeti koyulaştırmıştık ki Derviş Çavuş çıkageldi. Beni görünce yüzüne yayılan gülümseme ile birlikten gözleri ışıldadı. Ellerini öpüp sarıldım, sarıldık birbirimize.
Önceki anılarımda da sözünü ettiğim gibi, ilkokul mezunu olmasına karşın, filozof gibi biriydi Derviş Çavuş. Benim gibi, okul harçlığını çıkarmak için, mevsimlik işçi olarak çalışan öğrencilere büyük saygısı vardı. Bizleri kollar, yardımcı da olurdu.
Derviş Çavuş, hal hatırdan sonra, ''yaz tatilinde burada mısın, yoksa Ankara'ya dönecek misin?'' Dedi. ''Bu yaz tatilinde de ailemin yanında olmak ve çalışmak istiyorum.
Önümüzdeki yaz Ankara'daki bazı yetiştirme yurtlarında bütünlemeye kalan öğrencilere matematik-fizik dersi vererek harçlığımı çıkarırım düşüncesindeyim. Bu yaz bana nasıl bir iş verebilirsin?''
Bir an düşünen Derviş Çavuş, ''Bu yaz tatili için aklımda bir öneri var, bilmem nasıl karşılarsın Mehmet?'' ''Hele bir anlat bakalım Derviş Çavuş!''
''Ağaçlama sahasında çalışan dozerlerin gece bekçiliğini yapacak adam bulamadık. Kardeşin Mustafa ile birlikte, işçiler ve dozerlerin sürücüleri paydos ettikten sonra, gece bekçiliğini kabul eder misiniz?''
Elbette kabul ederdik. Dozerlerin üstünde yatak koyacak yeterli alan vardı. Sivrisineklerden korunmak için bir de cibinlik edindik mi sorun çözülüyordu. İş sorununun böyle çözülecek olmasına mutlu olmuştum.
Tamam...Deyince Derviş çavuş da sevindi. ''Bugün yarın sahada görevli Orman Mühendisi Muzaffer Bey ile görüşürüm. Pazartesi günü de yövmiye defterine adlarınızı yazarım. Haydi Hayırlı olsun Mehmet.''
Sohbetlerimiz yolu kısaltmış, saat 08;30'da Turan Emeksiz Ağaçlama Sahası'na girmiştik. Dikilen fidanlar boy atmışlar, 5 yıl önce sadece kumul olan saha yeşillenmişti. Oldukça büyük muhteşem bir orman oluşmak üzereydi.
Boyumuzu aşan fidanlar arasında bir süre ilerledikten sonra Berdan Nehri'nin bir kolu üzerindeki köprü göründü. Sahayı Tarsus Plajına bağlayan eski uyduruk köprü kaldırılmış, daha kullanışlı yeni bir köprü yapılmıştı. Nehir sağda, yaklaşık 700 metre sonra Akdeniz'e ulaşıyordu.
Mahmut Abi sola dönerek ailemin yaşadığı eve yöneldi. Bir süre sonra, Berdan Nehri kıyısındaki sazlıkta, atom karınca olarak tanımladığım babam yine saz biçmekteydi. İşletme şefliğinin arabasını görünce yola çıktı. Mahmu Abi ''Sen de bin Ahmet Ağa'' deyince babam da yanıma bindi.
Evin eşiğinde bizleri bekliyen anam, hep birlikte arabadan indiğimizde, ''Hoşgeldiniz, size hemen birer bardak çay getireyim.'' Diyerek içeri seğirti. Bu arada babamın ellerini öpmüş, başarılı bir öğrenci olarak, üniversite ikinci sınıf öğrencisi olduğumu söylemiştim.
Babam alnımdan öptükten sonra ''Ben de bunu beklerdim senden oğlum. Beni bahtiyar ettin.'' Demişti ki anam bir tepsideki çaylarla geldi. Çaylar alındıktan sonra anamın da elini öpüp, hayır duasını aldıktan sonra bavulumu içeri bıraktım.
Dışarı çıktığımda Mahmut Abi çayını içmiş, dönmek için arabaya gidiyordu. Derviş Çavuş bir süre daha bizimle kalarak, bana teklif ettiği gece bekçiliğini anlattı. Babam da mutlu oldu. Tekrar teşekkür ederek, yönettiği işçilerin yanına gönderdik.
Anam kahvaltı sofrasını hazırlamıştı. ''Hadi içeri gelin, kahvaltımızı yapalım.'' Deyince, elimizi yüzümüzü yıkayıp kahvaltı sofrasında yerimizi aldık.
Kahvaltı sofrasında domates, biber, peynirin yanında bal da vardı. Üstelik süt de kaynatmıştı. Ağaçlama sahsındaki fidanlar büyüyüp, ormanlaşmaya başlayınca arı kovanları daha çok bal vermeye başlamıştı.
Boşuna atom karıncaya benzetmemiştim babamı. Birden zamanda geriye 1961 yılına gittim. Kimsenin gelmek istemediği bu kumul deryasında göreve başladığında kumullar üzerine, tabanı yaklaşık 20 cm yukarıda olacak şekilde ahşaptan bir ev kondurulmuştu. Ne var ki Deniz ve Kara Meltemleri nedeniyle evin içi kısa sürede kumla doluyordu.
Deniz Meltemi olarak bilinen ve gündüzleri Akdeniz'den Kulak Köyü'ne doğru esmekte olan rüzgar, bütün önlemlere rağmen, evin içine giren kumları önleyemiyordu.
Karadan denize esen gündüz meltemleri o kadar önemli değildi. Özellikle, gündüzleri denizden karaya esmekte olan Deniz Meltemi önlenmeliydi. Bunun da tek çözümü rüzgar önleyici duvarlar oluşturmaktı.
Berdan Nehri kısındaki sazlıklardan yararlanmayı düşünmüştü babam. Günlerce saz biçtikten sonra, Akdeniz Meltemini engellemek için, sazdan rüzgar kesen duvarlar yapmıştı.
Ardından, orman mühendisleri Muzaffer, Yaşar ve Yusuf Beylerden toprak ve gübre istemiş, yakın çevresindeki kumlarla karıştırarak, kumul olmaktan çıkarmış ve yeşillendirmişti.
Kumul bir sahanın, kendisine yetecek kadarını yeşillendirmekle yetinmemiş, sebze, karpuz ve kavun ekebilecek yeni adacıklar oluşturmuştu.
Giderek, süt ve süt ürünleri oluşturabilmek için inek satın almış, yavrulamasını beklemişti. Bir süre sonra da birkaç arı kovanı edinerek bal yapmalarını sağlamıştı, ki fazla ürünü de satarak kardeşimle bana harçlık sağlamıştı.
Anam sofrayı toplayıp, çayları koyduktan sonra kerevete bağdaş kuran babam bir sigara yakıp bana baktı. Anlamıştım. Her gelişimizde olduğu gibi bu kez de ''Dinimizi kurtarmak için'' Bulgaristan nasıl ayrıldığımızı anlatacaktı.
Kardeşim pek dinlemezdi ama ben, destansı bir biçimde anlattığı göç hikayemizi can kulağı ile dinlerdim. Dinlerdim çünkü okuma yazmanın olmadığı dönemlerde bilgiler bu şekilde aktarılmıştı gelecek kuşaklara. İlerideki yıllarda anılarımı yazmak için, babamın sürekli anlattıkları oldukça yararlı olacaktı.
Zaten, ilkokul üçüncü sınıftan itibaren, haftada en az iki gün, anı defterimle dertleşirdim. Babam canlı anı defterim olmuştu. Olayları ve tarihlerini hatırlamamı kolaylaştırıyordu.
Turan Emeksiz Ağaçlama Sahası, 1961’de kimsenin gitmek istemediği kumul bir alan iken, 1965’e gelindiğinde boyu aşan fidanlarla neredeyse bir orman haline gelmişti.
YanıtlaSilArı kovanlarından elde edilen balların artışı, ormanlaşmanın ekolojik dengesine nasıl katkı sağladığını da gösteriyor. Bu detay, doğa-insan ilişkisini ve üretkenliğin küçük ölçekli ekonomiye nasıl dönüştüğünü yansıtıyor.
YanıtlaSilMehmet Akıncı'nın, babasının Bulgaristan’dan Türkiye’ye göç hikâyesini tekrar tekrar dinlemesi ve bunları anı defterine aktarması, sözlü tarih geleneğinin ve bireysel hafızanın önemini çok etkileyici biçimde ortaya koyuyor.
YanıtlaSilBabanın, kum fırtınalarına direnen sazdan rüzgar kesici duvarlar inşa etmesi, basit bir yöntemle etkili bir sonuç üretmiş. Bu ekolojik müdahale, zamanla toprağın rehabilite edilmesini sağlamış—ki bu, günümüzde “ekolojik restorasyon” dediğimiz şeyin atası gibi.
YanıtlaSilBabanın Bulgaristan’dan Türkiye’ye göç hikâyesini tekrar tekrar anlatması, bireysel anlatıyı kolektif hafızaya dönüştürme süreci olmuş.
YanıtlaSil