10 Temmuz 2023 Pazartesi

ÜLKÜ'YE ÖZEL DERS VERMEYE BAŞLIYORUM

 
30 Eylül 1962 Pazar, Çapa İstanbul...

Birinci akşam etüdünde ödevlerimi tamamladım. İkinci akşam etütünün son dakikalarında anı defterimi açarak, önemli olayların özetini yazmaya başlıyorum.

Dün, ekonomik sorunumu kökünden çözebilecek önemli bir günün başlangıcı oldu.

Fizik Öğretmenim Meziyet Öğretmenim, ''Akıncı, sana bir öğrenci buldum.'' Demişti perşembe günü. Dün de beni ders vereceğim öğrenci ve annesiyle tanıştırmak üzere Osmanbey'e götürdü.

İlkokul Mezunu Ülkü ve annesi Naciye Teyze ile tanıştım.

Aile beni oldukça sıcak karşıladı, kendimi evimde hissetmemi sağladı ve ayrılırken bugün yapacağım dersin ücretini de verdi.

Dün Naciye Teyzelerden ayrıldıktan sonra Aksaray'daki kitapçılardan Ortaokul 1. sınıf Matematik ve Fen Bilgisi kitaplarını aldım ve bugünkü ders için hazırlık yaptım.

*****

Bugün öğle yemeğinden sonra, anlatacağım konuların notlarıyla birlikte, saat 13:30'da yola koyuldum.

Her ne kadar saat 15:00'de bekliyorlarsa da ben saat 14:30'da kapılarını çaldım.

Naciye Teyze, biraz da heyecanımı gidermek ve rahatlamamı sağlamak amacıyla olsa gerek, yanında peynirli börek ile çay ikram etti. Ardından da,

-Mehmet evladım. Vakit ayırabilecek misin bilmem? Pazar günü de gelmeni istiyoruz.

-Elbette zaman ayırabilirim Naciye Teyze. Meziyet Öğretmenim de söylemiştir. Oldıkça displinli biriyim. Cumartesi ve pazar günlerine ödev bırakmam.

-İyi o zaman. Cumartesi günleri Fen Bilgisi, pazar günleri Matematik yapabilir miyiz?

-Elbette yapabiliriz Naciye Teyze.

-Teşekkür ederim evladım...

Öğrencim Ülkü şirin mi şirin, güler yüzlü bir kız. Çalışma masası üzerinde defter, kalem ve silgisini hazırlamış derse başlamamızı bekliyordu.

Öncelikle çarpım tablosu ile ilgili bilgilerini yokladım. Dört işlem için hayati önemdeydi çarpım tablosu.

Ülkü'nün çarpım tablosu ile ilgili sorunu yoktu.

Tam sayılarla başladık derse. Üslü ve köklü çokluklarla sürdürdüm dersimizi. Neden üslü ve köklü çokluklara gereksinmemiz vardır üzerinde konuştum bir süre.

Üslü sayılar ya da üslü çokluklar, bir sayının kendisiyle defalarca çarpımın kısa yazılışıydı. Matematikte önemli bir yeri vardı.

Tekrarlanan sayı taban olarak alındıktan sonra, tekrar sayısı tabanın sağ üstüne yazılıyordu.

Üssü reel ya da gerçek olan bir sayı kök içine alınarak yapılan işlem, üslü sayıların tam tersi bir uygulamaydı.

Ülkü'ye,

-64 hangi sayının karesi olabilir?

-8 sayısını karesidir öğretmenin. 8X8=64'tür. 8 üzeri 2 bize 64 sayısını verir.

-Harikasın Ülkü. Bu kadar basit. Üslü ve köklü sayıları birleştirerek açıkladın sorumu.

Ülkü ile yaptığım 2 saatlik dersin nasıl geçtiğini anlamadık. Kavrama gücü oldukça yüksekti Ülkü'nün.

Sonuçtan herkes memnundu. Kendimle gurur duydum...

İSTANBUL'DA İLK ÖZEL ÖĞRENCİM ÜLKÜ


 29 Eylül 1962 Cumartesi, Çapa İstanbul...

Hafta sonu olması nedeniyle zorunlu etüd yok. Yinede, gürültülü olsa da, sınıfta çalışanlar var. Sessizlik istediğimde okulun ünlü çinili kütüphanesine iniyorum.

Akşam yemeğinden sonra kütüphaneye inip, bir süre sessizliğini dinledikten sonra anı defterimi açarak yazmaya başlıyorum.

*****

Bugün ilk özel ders parası 7,5 Lira aldım. İçim içime sığmıyor bu nedenle.

Perşembe günü Meziyet Çağlayan öğretmenim ''Akıncı sana bir özel öğrenci buldum, cumartesi günü bayrak töreninden sonra seni Osmanbey'e götüreceğim. Demişti.

Bayrak merasiminden sonra, işareti üzerine, Meziyet Çağlayan'ın yanına gittim.

-Akıncı, öğle yemeğini ye, 45 dakika sonra seni çıkış kapısında bekliyorum.

-Tamam öğretmenim. Sizi bekletmem

Dedikten sonra yemekhaneye inerek, çabucak yemeğimi yedim. Çıkış kapısında beklemeye başladım.

Çok beklemedim. Okuldan çıkarak, Millet Caddesi'nin karşı tarafındaki otobüs durağına gittik. Gelen boynuzlu otobüslerden biriyle Sirkeci'ye ulaştıktan sonra Pangaltı otobüslerinden birine bindik.

Pangaltı'da indiğimiz otobüsten Mecidiyeköy yönünde yaklaşık 50 metre gittikten sonra, sağ koldaki Şafak Sokak üzerinde giriş altı bir daireye ulaştık.

Kapıyı orta yaşlı bir hanım açtı. Meziyet Öğretmenimle samimi bir tokalaşmadan sonra,

-Naciye Hanım...Sana sözünü ettiğim öğrencim Mehmet Akıncı'yı tanıtayım. Arkadaşlarına derslerinde yardımcı olan çalışkan bir öğrenci. Kızım Ülkü'ye yardımcı olacağımı sanıyorum.

-Hoşgeldin evladım. Geçin oturun lütfen.

Bu arada Naciye Hanımın kız Ülkü de geldi.

-Hoşgeldiniz Meziyet Teyze... Hoşgeldiniz Mehmet Hocam.

-Hoşbulduk kızım. Nasılsın?

-Teşekkür ederim Meziyet Teyze. Sınavlara hazırlanıyorum.

-Tanıtayım. Sana yardımcı olacak olan Öğretmenin Mehmet Akıncı...

-İçeri geç Akıncı. Göreyim seni...Ülkü benim de kızım sayılır...Bu arada, ben gideyim Naciye Hanım. Siz Mehmet'le konuşun. İstediklerinizi kendisine iletin. Yardımcı olacağına ve Ülkü'yü başarıya ulaştıracağına inancım tam. Bana müsaade.

Diyerek Meziyet Çağlayan ayrıldı.

Meziyet Hanım ayrıldıktan sonra, Naciye Hanım heyecanımı biraz olsun gidermek için okulu, ailemi ve derslerimi sorguladıktan sonra,

-Öncelikle bana Naciye Teyze demelisin. Anladığım kadarıyla ailenden oldukça uzaktasın.

-Ailemden uzaktayım ama yıllar sonra kavuştuğum Halam ve oğlu Mustafa Dayım Zeytinburnu'nda oturuyor. Fırsat buldukça yanlarına gidiyorum.

-Buna memnun oldum evladım. Meziyet öğretmenim söylemiştir. Kızım Ortaokul bitirmelere dışarıdan hazırlanıyor. Ben banka memuruyum. Kızımın da banka memuru olmasını istiyorum. Ortaokul diploması gerekiyor.

-Benden istediğniz nedir Naciye Teyze?

-Matematik ve Fen Bilgisi derslerini sen vereceksin. Diğer dersler için de bir başkasından yardım alacağız.

-Olur Naciye Teyze. Hazırlıklı gelmek istiyorum. Yarın başlasak olur mu?

-Olur evladım.

Bir süre daha konuştuktan sonra izin istedim. Kapıdan çıkmadan önce Naciye Teyze bana bir zarfın içinde para verdi. Almak istemediysem de,

-Yarınki dersin parası. Buna ihtiyacın olacak. Öğleden sonra saat 15:00'te bekliyorum.

Diyerek beni uğurladı kızı Ülkü ile.

Evden ayrıldıktan sonra zarftaki paraya baktığımda, yedi buçuk lira olduğunu gördüm. Oldukça cömert davranmıştı Naciye Teyze.

Tarsus Ağaçlama Sahası'ndaki ailemden ayrılırken babam bir dönem harçlığı olarak 100 lira vermişti.

Ayda 4 hafta, cumartesi günleri, gelsem Naciye Teyze'den 30 lira alacaktım. İyi paraydı.

Meziyet Çağlayan Öğretmenimin güvenini boşa çıkarmamalıydım. Öncelikle Orta 1 Matematik ve Fen Bilgisi kitaplarını edinmeliydim...



MÜNEVVER BAÇ İLE CANLILARIN YAPITAŞLARI

27 Eylül 1962 Perşembe, Çapa İstanbul...

Bugün ilk iki dersimiz Kimya, ardından iki saat Fizik dersimiz var.

Öğrenci ziliyle birlikte, öğrenci arkadaşlarım yerlerine oturduktan sonra yoklama yapıp, günlük dersleri yazıyordum ki öğretmen zili çaldı.

Zille birlikte içeri giren öğretmen Münevver Baç idi...

''Geçen yıl ilk dersinde, elindeki periyodik tabloyu tahtaya astıktan sonra,

-Günaydın Çocuklar, bugün sizlerle evreni oluşturan maddenin, galaksilerin, yıldızların, gezegenlerin ve doğal olarak yaşamın oluşumunun şifreleri üzerinde konuşmak istiyorum.''

Diyen öğretmenimizdi. Ayağa kalkarak Münevver Baç'ı karşılayan sınıfımızdaki bütün arkadaşlarımın yüzü aydınlandı Münevver Baç'ı görünce. Geçen yıl çok sevmiştik kendisini.

Öğrencilerindeki aydınlık yüzleri görünce Münevver Baç'ın da yüzü aydınlandı. Sanki çocuklarına kavuşmuş bir ananın hali vardı üzerinde.

Yanında getirdiği periyodik cetveli yine tahtaya astıktan sonra,

-Oturun çocuklar. Sizleri karşımda görmekten çok mutluyum. Deslerimi yine evrenin şifreleriyle sürdüreceğim. Bu şifrelerin farkına varabilir ve öğrenebilirsek insanlığın ihtiyacı olan her türlü maddeyi üretebilecek hale gelebiliriz.

Dedikten sonra,

-Şimdi dikkatinizi periyodik tablonun sol üst köşesindeki, atom numarası 1 olan Hidrojen atomuna verin. Verdiniz mi? Tamam.

Evrende, sıcak büyük patlama ile oluşumunda ortamda, sadece Hidrojen atomu vardı. Bir başka deyişle, Hirojen imparatorluğu vardı.

Şimdi diyeceksiniz ki ''diğer elementler nereden çıktı?''

Güzel bir soru diye düşünüyorum. Tam da bu noktada yerçekimi olarak bildiğimiz kütle çekimi devreye girdi

Kütle çekimi nedeniyle milyar kere milyar adet Hidrojen çekirdeği bir araya geldi ki, bu da milyonlarca atmosferlik basınç ve sıcaklık oluşumunu sağladı.

Bu ortamda ''sıcak füzyon^^ olarak bilinen çekirdek kaynaşması gerçekleşerek, tablodaki 2 numaralı element Helyum ortaya çıktı

Sıcak füzyon, zamanla, tablodaki elementlerin büyük bölümünün oluşumunu gerçekleştirdi ki Karbon (C), Hidrojen (H), Oksijen (O), Nitrojen (N), Fosfor (P) ve Sülfür (S) elementlerinin belirli oranlarda birleşerek organik molekülleri oluşturdular.

Oluşan organik moleküller canlının yapı taşlarıdır.

Gördüğünüz gibi, insanların yanı sıra diğer bütün canlıları yaratan periyodik tablodaki organik elementlerdir.

Dedi ve bir süre bizleri izledi Münevver Baç öğretmenimiz.

Hepimiz şaşkındık. Periyodik Tablo ve elementlerinin önemini kavramaya başlamıştık.

Demek ki bizim yapı taşlarımız karşımızdaki periyodik tabloda duruyordu.

Münevver Baç elindeki sopasıyla Helyum elementini gösterirken sınıf kapısı bir hayli şiddetli çaldıktan sonra açılarak Meziyet Çağlayan göründü. Geçen yıl da böyle olmuştu.

-Münevver Öğretmenim, izin verirseniz çocuklarla biraz da Fizik Dersi yapalım.

Deyince Münevver Baç özür dileyerek sınıftan ayrıldı.

Meziyet Çağlayan ders defterini imzaladıktan sonra bana dönerek,

-Akıncı, anladığım kadarıyla, tenefüse çıkmadan Münevver Baç öğretmenimi dinlediniz.Çok mu ilginç buldunuz anlattıklarını?

-Evet öğretmenim...Periyodik Tablo üzerindeki elementleri tanımanın evren ve oluşum şifrelerini öğrenmek olduğunu anlattı önce. Sonra da sıcak füzyon kavramı ile canlıların oluşumu arasında bağlantı kurdu. Bizim için çok yeni ve olağanüstü olan bu bilgileri ağzımız açık olarak dinledik nefes almadan.

-Anlaşıldı. Münevver Hocam önemli bir konu ile ilginizi çekmek istemiş ve başarmış.

-Öğretmenim, sıcak füzyonu biraz da siz anlatabilir misiniz? Çok ilgimizi çekmenin yanı sıra aklımızı da karıştırdı.

-Elbette anlatırım çocuklar. Yeter ki siz istekli olun...

Kütlesel çekim ile birlikte ortaya çıkan milyonlarca atmosferlik basınç ve sıcaklık ilişkisi, ortaya çıkan çekirdek kaynaşması üzerinde iki saat konuşuldu.

Ders bitiminde,

-Akıncı öğle yemeğinden sonra bana uğra. Konuşacaklarım var seninle.

-Olur öğretmenim.

Dedikten sonra yemeğe gittim. Yemek boyunca Maziyet Çağlayan benimle ne konuşacak? Sorusuna yanıt aradım, durdum.

27 Eylül 1962 Perşembe, öğleden sonra...

Öğle yemeğinden sonra Meziyet Çağlayan'ı öğretmenler odasındaa buldum.

-Öğretmenim benimle konuşmak istemiştiniz?

-Dışarıda bekle Akıncı. Birkaç dakika sonra geliyorum.

Öğretmenler odasından çıkarak heyecanla beklemeye başladım. Birkaç dakika sonra yanıma geldi.

-Akıncı, sana bir öğrenci vereceğim. Cumartesi pazar günleri onu çalıştıracaksın.

-Öğretmenim, öğrenci olan benim. Nasıl yaparım bilemiyorum.

-Yaparsın. Yaparsın...Arkadaşlarını çalıştırdığını biliyorum. Sözünü ettiğim öğrenci ilkokul mezunu olup, annesi bir yakınım. Ortaokul bitirmelere dışarıdan hazırlanacak. Cumartesi bayrak merasiminden sonra seni alıp, Osmanbey'de oturmakta oldukları eve götürüp, annesiyle tanıştıracağım. Ona göre kendini ayarla.

Dedi ve gitti Meziyet Öğretmenim.

Oldukça şaşırmıştm ama Meziyet öğretmenim haklıydı. Başta dert ortağım Gülay Medetgil olmak üzere, birçok arkadaşımı çalıştırmış ve başarılı olmalarını sağlamıştım.

Okul dışında bir öğrenci neden olmasındı?


9 Temmuz 2023 Pazar

HAYATIMIN ÖTEKİ YÜZÜ ÇAPA ÖĞRETMEN OKULU


 17 Eylül 1962 Pazartesi, İstanbul Çapa...

Akşam, yemek sonrası etüdündeyiz. Bazı arkadaşlar yaz anılarını anlatırken bazı arkadaşlarım da sevgilileriyle hasret gideriyorlar.

Geçen haftaki olayları özetlemek için anı defterimi açıyorum . Ama ne mümkün. Sınıf sanki arı kovanı...

Ünlü çinili kütüphaneye iniyorum. Sessizliğini özlemişim. Geçen yılda olduğu gibi, sessizliğini dinliyorum bir süre. Tekrar defterimi açıyor ve yazmaya başlıyorum.

*****

Bu sabah gerçekleştirdiğimiz bayrak merasimi ile birlikte, 1962-63 Eğitim ve Öğretim yılına başlangıç yaptık.

Bayrak merasiminde platonik aşkım Betül'ü aradı gözlerim, yoktu. Belki ilk derse yetişir diye geçirdim içimden.

Bayrak merasiminden sonra, henüz yeni sınıf başkanı seçilmediğinden, geçen yılki sınıf başkanı olarak idareden sınıf defterini aldım.

İlk derste de yoktu Betül. Öğrenci zili çaldıktan bir süre sonra dert ortağım Gülay Medetgil ''Günaydın arkadaşlar'' diyerek sınıfa girdi ve en arka sıralardan birine oturdu 185 cm boyu engel olmasın diye.

Henüz öğretmen zili çalmadığından, günlük dersleri deftere yazdıktan sonra Gülay'ın yanına gittim.

Hoş beşten sonra Betül'ü sordum. Sınıfta kaldığını ve kaydını Çapa'dan aldığını söyledi. Üzüldüm.

Gülay yaz tatilinin nasıl geçtiğini sordu. Tarsus Turan Emeksiz Ağaçlama Sahası'nda fidan diktiğimi, özetleyerek, anlattım. Ellerime baktı, nasırlaşmış olduğunu görünce, ''keman öğrencisi olarak kötü olmuş Akıncı''. Dedi.

Matematik öğretmenimiz Tevfik Aras'ın ilk dersinde yine sınıf başkanı seçildim. Benden başka talip te yoktu zaten. Diğer arkadaşlar sınıf başkanlığını angarya olarak görürken, ben avantaj olarak değerlendiriyordum.

Anı defterimden başımı kaldırıp tekrar kütüphanenin sessizliğini bir süre dinledikten sonra tekrar yazmaya başladım.

   *****

14 Eylül Cuma günü Tarsus'tan bindiğimiz trenle, iki aktarmadan sonra Konya'ya ulaştık kardeşim Mustafa ile. Mustafa Konya Maarif Koleji öğrencisi olarak kalırken ben Meram Ekspresi ile İstanbul yolculuğumu sürdürdüm.

Toplam 24 saate yakın bir yolculuktan sonra, bir masal ülkesinde imişim duygusu veren Çapa Öğretmen Okulu'na geldim.

Okula bahçesine giriş yapmadan, Millet Caddesi üzerinden bir süre baktım anıtsal okulumuza. Okul bahçesine giriş yapınca da, bir yıl önceki duygularımı yeniden yaşadım.

Göz alıcı Çinileri ve anıtsal görünüşü ile, önündeki Millet Caddesi’nden geçen herkesin “bu heybetli bina hangi kuruluşun köşkü acaba?” diye mırıldanmalarına neden olan bu anıtsal yapıya tekrar gelmek harika bir duyguydu.

Çam ağaçlarının, güllerin, okulun kurucusu ile Atatürk büstünün bulunduğu bir bahçeden sonra mermer merdivenler, kocaman bir giriş kapısı ve sizi karşılayan kırmızı halılar ve büyük yaldızlı aynalar…

Anıtsal binanın kapısından girince kendimi Osmanlı dönemlerinden birindeki bir sarayda yaşıyormuş gibi hissettim tekrar.

İlkokuldan bu yana,son 4 yıldır, hayatımın iki yüzünü de gördüm.

Okul dönemi sanki dağın beriki yüzü. Hem İvriz'de hem de Çapa Öğretmen Okulu'nda; Bolluk, bereket, parlak bir gelecek.

Dağın öteki yüzüne gelince, tatillere girdiğimiz yaz ayları da sanki yokluk, yoksulluk, çaresizlikti. Bu nedenle yaz tatillerini sevmiyordum, sevemedim hiç.

''Kendi şansını kendin yarattın Akıncı. Yaratmaya da devam edeceksin''

Diye yazdıktan sonra anı defterimi kapatıyorum.

ELVEDA TARSUS VER ELİNİ İSTANBUL


13 Eylül 1962 Perşembe, Tarsus...

Tarsus Turan Emeksiz Ağaçlama Sahası'ndaki mevsimlik işçilik dönemimizi, ağaç diplerini son bir kez daha çapalandıktan sonra, bugün sonlandırdık.

Çapayı Tarsuslu Derviş Çavuş'a teslim ettikten sonra ellerime baktım...

Nasırlaşan ellerimin yanında parmaklarım da kütleşmişti. İstanbul Çapa Müzik Semineri'ne döndüğümde kemana uyum sağlamak oldukça zor ve zaman alacaktı.

Ekrem Zeki Ün'ün azarlarına hedef olacağım kesindi. Parmaklarımı korumam konusunda mazeret kabul etmezdi. Etmezdi çünkü benim koşullarımda yetişmemişti. Her neyse, bir çözüm üreteceğim okula ulaşınca.

Yaklaşık 3 aydan biraz fazla amirim durumundaki ilkokul mezunu Derviş Çavuş alnımızdan öperek uğurladı beni ve kardeşimi.

Daha önce de yazdığım gibi, bizim gibi hem okuyup hem de mevsimlik işçilik yapanlara, hayranlığa varan bir saygısı vardı Tarsuslu Derviş Çavuş'un. Filozof gibi bir adamdı. Öğle tatillerindeki sohbetlerini severdim.

Babam dün mobileti ile Tarsus'a inerek tren biletlerimizi aldı. Mustafa Konya, ben İstanbul yolcusuyum. Konya'ya kadar beraber gideceğiz.

Yarın, hem son 13 günlük ücretlerimizi alacak hem de Tarsus'tan ayrılacağız.

Geçtiğimiz üç ayda, toplamda yaklaşık 500'er lira ücret aldık kardeşimle.

Babam 13'er günlük ücretlerimize ek olarak 100'er lira koydu ceplerimize. Ayrıca, her ay 40'ar lira harçlık göndereceğini söyledi.

Geçen 3 aylık sürede Turan Emeksiz Ağaçlama Sahası kumulları yeşermeye başladı. Yaklaşık 60 mevsimlik işçinin diktiğ fidanların yüzde 80'i de tuttu.

Sanıyorum önümüzdeki yıl geldiğimizde daha yeşil bir kumul sahası bulacağız.

Atom karınca olarak gördüğüm babam, her zaman olduğu gibi, ''sizler yeterki okuyun. Ben gece gündüz çalışır, sizi desteklerim.'' Dedi. ''Sıkça mektup yazın.'' Demeyi de unutmadı.

Mustafa ile ben tahta bavullarımızı hazırlarken anam da yolluk hazırlıyordu.

İlkokul döneminde sürekli hastanelerde olan anama Turan Emeksiz Ağaçlama Sahası ve deniz havası iyi gelmişti. Sağlık yönünden oldukça iyi görünüyordu.

Babamla birlikte oluşturdukları kavun, karpuz, domates, salatalık, biber ve patlıcan tarlasından kışlık da hazırlamaya başlamıştı.

Ağaçlama sahasına birkaç arı kovanı da yerleştirmiş olan babam tatlı sorununu çözdüğü gibi biraz bal da satarak ekonomik gücünü arttırmaya çalışıyordu bizlere yardımcı olabilmek için. Anam da ineğin sütünden peynir yapmayı da ihmal etmemişti.

Ağaçlama sahasından gönlüm rahat olarak ayrılacaktım...


ÜRETMEK VE PARA KAZANMAK HARİKA BİR DUYGU

 

2 Temmuz 1962 Pazartesi, Tarsus...

Dün Haziran ayı ücretlerimizi almak için, bütün mevsimlik işçiler için, bir günlük tatil verildi.

Ücretlerimizi almak için Karabucak Ormanı Fidanlığı'na gittik babamın bisikletiyle. Mevsimlik işçilerin günlük ücretleri 6 Lira.

Muhasebe şefi İsmet Bey güleryüzle karşıladı, al hatır sordu ve çay ısmarladı. Ardından bana 22 günlük ücret karşılığı 132 Lira, kardeşim Mustafa'ya da 15 günlük ücret karşılığı 90 lira ödedi.

İsmet Beye teşekkür ettikten sonra, ağaçlama sahasından sorumlu Orman Mühendisi Yaşar Bey'e uğradık. Okullarımız ve derslerimizle ilgili sorularına aldığı yanıtlardan memnun olmuştu. Ayrıca, Tarsuslu Derviş Çavuştan ''hakkınızda oldukça sevineceğiniz sözler duydum, memnun oldum. Böyle çalışmayı sürdürün lütfen'' dedi.

Ücretlerimizi aldıktan sonra bisikletle Tarsus'a indik. Marcus Antonius-Cleopatra aşkını betimleyen, tarihin en romantik kapısı, Cleopatra Kapısı'nın bulunduğu meydanda mola verdik.

Bizans Dönemi’nde inşa edilen kent surlarının Dağ Kapısı, Adana Kapısı ve Deniz Kapısı bulunuyordu. Evliya Çelebi Seyahatnamesinde Tarsus’u anlatırken bu kapı için İskele Kapısı ismini kullanmıştı. Yapımında Horasan harcı kullanılmış olan kapının kenarı at nalı şeklinde, yerden yüksekliği 6,17 metre derinliği ise 6,18 metreydi.

Tarsus’un, 18.’nci yüzyıl sonlarına kadar oldukça sağlam üç kapılı surları, 1835 yılında Mısır Hidivi Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın oğlu İbrahim Paşa tarafından yıktırılmış ve sadece iki ayak üzerinde tek kemerli Deniz Kapısı kalmış, günümüze Cleopatra Kapısı adıyla ulaşmıştı.

Kapının tarihçesini kardeşim Mustafa'ya anlatarak çevresinde dolanırken, birden seyyar satıcılardan biri dikkatimi çekti. ''Karsambaç'' satıyordu. Aklıma Mersin Göçmen Barakaları önünde yaz aylarında yediğimiz günler geldi. Seyyar satıcıSının tezgahını bir süre süzdükten sonra, Kendimizi ödüllendirmek için, birer porsiyon aldık.

Karsambaç ya da karlamaç, rendelenmiş buz veya temiz karın üzerine tatlı bir şurup konularak hazırlanan bu tatlı Türkiye'nin güney illerinde, özellikle Mersin ve Adana'da, çokça tüketilir.

Kendimizi ödüllendirmiş olmanın huzuruyla, bisikletimizi alarak, Turan Emeksiz Ağaçlama Sahasının yolunu tuttuk.

Dönüş yolunda, meltem rüzgarı Akdeniz'den Tarsus'a doğru estiğinden bir hayli zorlandık. Zoru kolaylamak için, 9 haziran'dan günümüze kadar geçen olayların muhasebesini yapmaya karar verdik.

Geçen süre içinde ellerimiz nasırlaşmış, parmaklarımız kütleşmişti. Mustafa için sorun yoktu, benim için vardı. Müzik Semineri öğrencisi olarak, okula döndüğümde, keman çalmakta zorlanacaktım.

Özel Bahşiş Köyü'nden geçerken, zamanda geriye, 1955 yılına gittik. Anamın Mersin Devlet Hastanesine sevki nedeniyle, ilkokul ikinci sınıfı okuduğumuz Osmaniye'den Mersin'e gelmiştik.

Mersin Kuvayi Milliye İlkokulu'na kaydımız yapılmış, üçüncü ve dördüncü sınıfları Mersin'de okumuştuk.

Başta İsmail Tunalı olmak üzere birçok arkadaşımız olmuştu. Bu arkadaşlarımızdan bir çoğunun aileleri Özel Bahşiş Köyü'nü yurt edinmişlerdi.

Bu nedenle, Kuvayi Milliye İlkokulu arkadaşlarımızdan bazıları da Turan Emeksiz Ağaçlama Sahasında mevsimlik işçiydi.

Hem Tarsuslu Derviş Çavuş hemde Kuvayi Milliye İlkokulu arkadaşlarımız sayesinde, ortama uyum sağlamak kolaylaştığı gibi, çalışmaktan keyif almaya başlamıştık.

Zamanda geriye, 1955-157 yıllarına giderek, ilk simitleri sattığımız günlerin yanı sıra halka tatlısına nasıl geçiş yaptığımızı, Mersin açık hava sinemalarından aldığımız keyifleri konuşurken, Turan Emeksiz Ağaçlama Sahasına giriş yapmıştık bile farkına bile varmadan.

Çalışmak, üretmek ve para kazanmak harika bir duyguydu. Özgüvenimizi arttırıyordu, her koşulda başımızın çaresine bakabileceğimiz duygusu güçleniyordu...



7 Temmuz 2023 Cuma

İLK BİR HAFTADA NASIRLAŞAN ELLER

 

9 Haziran 1962 Cumartesi, Tarsus...

Turan Emeksiz Ağaçlama Sahasında işe başlayalı 5 gün oldu. Diğer işçilerden geri kalmamak için var gücümüzle çalışıyoruz.

İlk iki günde avuçlarım iltihaplandı, yakında nasırlaşacaktır.

Oysa İstanbul Çapa Öğretmen Okulu Müzik Semineri öğrencisiyim. Başka bir deyişle, keman ve piyano eğitimi alan bir öğrenciyim,

Keman ve piyano eğitimi alan öğrencilerin parmaklarının korunması, en azından özen gösterilmesi gerekiyor. Ancak ekonomik koşullar elvermiyor.

Kendime ait bir mandolinim bile olmamıştı İvrizde.

Mandolin alacak paranız yoksa ya da para ayıramıyorsanız, kemanı hiç alamazsınız. Hoş, kemanım olsa bile, avuçları ve parmakları nasırlaşmış mevsimlik işçi olarak başarısız olurdum.

Perşembe günü kardeşim Mustafa da geldi Konya'dan. Üçüncü sınıfa geçmişti. Takdirname alamadıysa da karne notları oldukça iyiydi.

Bir gün dinlendikten sonra, bugün o da işe başladı.

Ailemize ekonomik katkıda bulunmanın yanı sıra okul dönemi harçlığı da biriktirmek zorundayız.

Tek tesellim Derviş Çavuş'un kardeşimle beni kollaması ve teşvik etmesi.

1960 yaz aylarında olduğu gibi, bu yaz da, fidan dikme konusunda bizi örnek gösteriyor diğer çalışanlara.

İvriz'deki Tarımbaşı Öğretmenimiz Salih Ziya Büyükaksoy çok beceri kazandırmıştı bana.



6 Temmuz 2023 Perşembe

KIŞIN KEMAN ÖĞRENCİSİ YAZIN MEVSİMLİK İŞÇİ

5 Haziran 1962 Salı, Tarsus...

İstanbul'dan Meram Ekspresi ile başlayan uzun bir yolculuktan sonra, pazar günü saat 19:00 civarında Tarsus Turan Emeksiz Ağaçlama sahasında, ailemin yanındaydım.

Babamın koruma memuru olarak göreve başladığı Turan Emeksiz Ağaçlama Sahası baştan başa kumuldu.

Kumullar; içerisinde humus, kil gibi bağlayıcı maddeleri olmayan, taneleri çok küçük kum taneleriydi. 

Çoğunlukla akarsularla denizlere ulaşan kumlar, dalgalarla sığ sahil şeritlerine taşınıyor,  kuruduktan sonra da kuvvetli rüzgârlar etkisiyle, içerilere doğru, sahil hattına paralel silsileler oluşturarak dalgalar halinde ilerliyordu.

Gerekli önlemler alınmadığında kumullar önlerine çıkan her şeyi istila edip, bölgeyi çöle çeviriyorlardı.

Berdan Nehri ve kollarıyla Akdeniz’e ulaşan kumullar, başta Kulak Köyü olmak üzere, kuzeyinde bulunan verimli tarım arazilerini istila ederek tarımsal üretimi kısıtladığı gibi yerleşim alanlarını da tehdit eder hale gelmişti.

Yöre köylerince mera olarak kullanılan hazine arazisinin Orman Genel Müdürlüğü’ne devredilmesiyle birlikte, kumulda ağaçlandırma çalışmalarına başlanmıştı.

Ormanın servis şoförü Mahmut Ağabeyin söylediğine göre, kıyıya paralel olarak 12 500 metre uzanan kumulun eni de 1 500 metre idi. 

Yaklaşık dikdörtgen şeklinde olan ağaçlandırma sahası boyutları (400 metre) x (400 metre) boyutlarındaki parsellere bölünmüştü.

Turan Emeksiz Ağaçlandırma sahası adı verilen kumullu sahaya da ilk dikim 23.11.1960 tarihinde yapılmıştı. Babam dikim sahasında Aralık ayı başında koruma memuru olarak görevlendirilmişti.

Dün, gerçekleşen uzun yolculuğun yorgunluğunu gidermiş olarak, Tarsuslu Derviş Çavuş'a uğrayarak bana uygun bir iş olup olmadığını sorduk.

İki yıl önce, yaz tatilinde, Karabucak Ormanı Fidanlığı dikim alanında mevsimlik işçi olarak çalışırken çavuşluğumuzu yapan Derviş Çavuş ilgi ve saygıyla karşıladı beni ve babamı.

Bir süre okul ve eğitim durumumuz üzerinde konuştuktan sonra, kış ayları harçlığımız için, bu yaz aylarında da çalışma zorunluluğundan söz ettik. Ardından,

-Yine fidan dikeceksin diğer mevsimlik işçiler gibi. Bu kez bazı parsellere okaliptüs fidanı dikerken bazılarına da fıstık çamı dikilecek.

-Teşekkür ederim Derviş Çavuş. Okaliptüs ağaçları çok su istemez mi, burada yeterli taban suyu var mı acaba?

-Berdan Nehri kıyısında yeterli taban suyu olacaktır. Zemin analizi yapılmıştır.

Dünkü konuşmamızdan sonra, haydi hayırlısı deyip, bugün işe başladım. 

Hem sevindim hem de üzüldüm.

Sen binbir uğraş sonucunda, İstanbul Çapa Müzik Semineri öğrencisi olarak, kemanda ustalaşmak gerekirken,
yaz tatilinde,Turan Emeksiz Ağaçlama Sahasında mevsimlik işçi olarak çalış.

İki yıl önce önemi yoktu çapa sallamanın ya da tırpanla ot biçmenin. Oysa, keman öğrencisi olarak, parmaklarımı korumam gerekiyor. Nasırlaşmış parmaklarınızla keman çalamazsınız.

Ne var ki koşullar böyle gerektiriyordu...

5 Temmuz 2023 Çarşamba

SELAHATTİN TARAN RESİM SERGİSİ İLE TATİLE GİRDİK

2 Haziran 1962 Cumartesi, Çapa İstanbul...

1961-62 Eğitim ve Öğretim Yılı, dün karnelerimiz dağıtılması ve resim öğretmenimiz Selahattin Taran'ın Resim Sergisi'nin gezilmesiyle, fiilen sona erdi. Bugün öğleden sonra resmen tatile girdik.

Resim sergisini dert ortağım Gülay'la gezdim. Çoktandır derslere gelmemiş olan platonik aşkım Betül sergide görev almıştı.

Gülay'a merhaba dedi, beni görmezden geldi.

Allak bullak olduğumu gören Gülay, Betül'ün bütünlemeye kaldığını söyledi. Zaman her şeyin ilacıdır. Diyerek sergideki resimlere odaklanmamı sağladı.

Sergiyi gezerken Selahattin Taran'ın öğrencisi olmamdan gurur ve mutluluk duydum.

Mutluluğumu zedeleyen, platonik aşkım Betül'ün bütünlemeye kalmış olması ve beni görmezden gelmesiydi.

Bana İstanbul'da yeni kapıların açılmasını sağlayan ve ders çalıştırmak için Aksaray'daki evlerinin müdavimi olduğum Gülay hem benim, hem de Betül için üzülüyordu.

-Toparlan Akıncı. Betül konusunda çok hassas ve üzüntülü olduğunu biliyorum. Oldukça hassas ve insancıl olan Betül de aynı durumda. Sana gösterdiği olumsuz ve acımasız tepkisini bir türlü hazmedemedi. Biraz da kendisinden utanıyor sanıyorum.

-Ben de kendimi affedemiyorum Gülay. Aşkın gözü kördür derler. Ben de körleşerek çok sevdiğim bir arkadaşımı kaybettim gönlünü kazanacağım derken. Ayrıca, bütünlemeye kalmış olması da beni üzdü.

-Dediğim gibi her acının ilacı zamandır Akıncı. Önümüzdeki yıl küllenmiş olacaktır ama ömrü hayatın boyunca da anımsanacaktır. Çocukluk aşkları öyledir dedi annem geçenlerde sizden söz edince. Unutmadan söyleyeyim. Annem hem teşekkür etti bana yaptığın katkılardan ötürü hem de iyi tatiller diledi.

-Teşekkür ederim Gülay. Annene selam ve saygılarımı ilet lütfen.

-Önümüzdeki yıl görüşmek üzere Akıncı... Ailenin yanına gideceksin besbelli. İyi yolculuklar dilerim.

Gülay gittikten sonra Tarsus Turan Emeksiz Ağaçlama Sahası'ndaki ailemin yanına gitmek için hazırlıklara başladım...

Peri Padişahının sırça sarayı olarak adlandırdığım İstanbul Çapa Öğretmen Okulu'nda, platonik aşkım kaybı bir tarafa bırakılırsa, sonderece mutlu bir yılım oldu.

Yıllar sonra farkına varacaktım, yaşamımda unutulmaz anılar bırakacaktı bu anıtsal yapıda geçirmiş olduğum ve geçireceğim zamanlar.

Sınıf birincisi olmanın yanı sıra takdirname de alarak ikinci sınıf olmuş ve hayallerimin bir bölümünü daha gerçekleştirmiştim.


1961-62 EĞİTİM VE ÖĞRETİM YILI FİİLEN BİTTİ

5 Mayıs 1962 Cumartesi, Çapa İstanbul…

Bugün yine gelmemişti Betül…

Bahar ve İşçi Bayramı olan 1 Mayıs okul zaten tatildeydi. Pazartesi günü olmadığı gibi Çarşamba günü de yoktu Betül.

Perşembe günü tam yoklamayı bitirmiştim ki sınıfa girdi Betül. Bana bakmadan yerine oturdu, defter ve kitabını çıkarmaya başladı.

Kalbim gümbürdeyerek çarpıyordu. Çarpıntısının dışarıdan duyulacağı korkusuyla yoklama defterine sınıftaki öğrenciler tam yazarak sırama geçtim. Bu arada Gülay da beni gözlüyordu.

Yerime oturduğumda, ben ne salak bir çocuktum. Dedim içimden.

Betül’ün cinsel ayırımsız arkadaşlık davranışlarını yanlış algılamış, üstelik kendisine olan platonik aşkımı söyleme cesaretini bulamamıştım.

Farkına varmıştı ama, varmamış gibi davranmıştı.

Arkadaşıyla kendisin
i takip etmeden önce duygularımı açığa vurmuş olsaydım üzücü ve aşağılayıcı olayla karşılaşmayacaktım.

Gülay’a söylemiş olduğu gibi, Betül de üzgün görünüyordu. Devamsızlık yapmasından da anlamıştım üzgün olduğunu.

Gülay’ın uyarılarına rağmen yanlış yapmıştım. Boşuna dememişler ”aşkın gözü kördür” diye.

Benim hem gözüm hem de insani duygularım körleşmişti.

Gözlerimizin içini güldüren, enerjime enerji katan, sürekli görme isteğiyle kalbimde tatlı bir çarpıntıya yol açan duyguydu Betül’ün kalbini çalma isteği…

Betül’ün kalbini çalma isteği, yaptığım bir yanlıştan ötürü, arkadaşlığını kaybetmeme neden olmuştu.

Bu düşüncelerle uzun süre derslerime odaklanamadım… 

1 Temmuz 2023 Cumartesi

BOŞUNA DEMEMİŞLER AŞKIN GÖZÜ KÖRDÜR DİYE

 

5 Mayıs 1962 Cumartesi, Çapa İstanbul…

Bugün yine gelmemişti Betül…

Bahar ve İşçi Bayramı olan 1 Mayıs okul zaten tatildeydi. Pazartesi günü olmadığı gibi Çarşamba günü de yoktu Betül.

Perşembe günü tam yoklamayı bitirmiştim ki sınıfa girdi Betül. Bana bakmadan yerine oturdu, defter ve kitabını çıkarmaya başladı.

Kalbim gümbürdeyerek çarpıyordu. Çarpıntısının dışarıdan duyulacağı korkusuyla yoklama defterine sınıftaki öğrenciler tam yazarak sırama geçtim. Bu arada Gülay da beni gözlüyordu.

Yerime oturduğumda, ben ne salak bir çocuktum. Dedim içimden.

Betül’ün cinsel ayırımsız arkadaşlık davranışlarını yanlış algılamış, üstelik kendisine olan platonik aşkımı söyleme cesaretini bulamamıştım.

Farkına varmıştı ama, varmamış gibi davranmıştı.

Arkadaşıyla kendisini takip etmeden önce duygularımı açığa vurmuş olsaydım üzücü ve aşağılayıcı olayla karşılaşmayacaktım.

Gülay’a söylemiş olduğu gibi, Betül de üzgün görünüyordu. Devamsızlık yapmasından da anlamıştım üzgün olduğunu.

Gülay’ın uyarılarına rağmen yanlış yapmıştım. Boşuna dememişler ”aşkın gözü kördür” diye.

Benim hem gözüm hem de insani duygularım körleşmişti.

Gözlerimizin içini güldüren, enerjime enerji katan, sürekli görme isteğiyle kalbimde tatlı bir çarpıntıya yol açan duyguydu Betül’ün kalbini çalma isteği…

Betül’ün kalbini çalma isteği, yaptığım bir yanlıştan ötürü, arkadaşlığını kaybetmeme neden olmuştu.

Bu düşüncelerle uzun süre derslerime odaklanamadım…

26 Haziran 2023 Pazartesi

KIRILAN KALBİMİ ONARMAM GEREKİYOR



30 Nisan 1962 Pazartesi, Çapa İstanbul…

Okulumuzun ünlü çinili kütüphanesindeyim yine. Yemekten önceki etütte ödevlerimi bitirmiştim. Akşam yemeğinden sonra, az da olsa, sınıfın gürültüsünden kurtulabilmek için ikinci etüt süresini kütüphanede geçirmek istedim.

Her gelişimde olduğu gibi, bir süre kütüphanenin sessizliğini dinledikten sonra anı defterimi açıp yazmaya başladım.

*****

Kalbi kırık, yaşama sevinci biraz kaybolmuş biri olarak uyandım bu sabah...

Gözlerimin içini güldüren, enerjime enerji katan, sürekli görme isteğiyle kalbimde tatlı bir çarpıntıya yol açan duyguydu Betül’ün kalbini çalma isteği. Yanlış bir hareketim, gönlünü çalma bir tarafa, arkadaşlığını da kaybetmeme neden olmuştu.

Sabah kahvaltısında kendime gelir gibi oldum biraz. ‘’Ne oluyorsun Akıncı? Ne badireler atlattın, bunu da atlatırsın…’’

Diyerek bayrak merasimi için okul bandosunda yerimi aldım. İstiklal Marşı, Andımızın okunması sonrasında, okul müdürümüz Niyazi Akşit’in başarılı bir hafta geçirmemiz dileklerinden sonra herkes sınıflarına gitti.

İdareden sınıf defterini aldım. Öğrenci zilinin çalmasıyla birlikte yoklama yapmaya başladım. Betül yoktu. Ders öğretmeni sınıfa girinceye kadar bekledim. Yoklama kağıdına yok yazdım.

Ders arasında Gülay yanıma yaklaşarak, Betül’ün çok üzgün olduğunu anlattıktan sonra devam etti.

Cumartesi günü kendilerini takip ettiğine çok sinirlenmiş olan Betül kendini kaybederek, istemeden, sana hak etmediğin bazı sözler söylemiş Akıncı. Dün görüştüm kendisiyle, üzüldüğünü söyledi, ben de üzüldüm. Seni uyarmıştım ama beni dinlemedin.

-Ben de üzgünüm Gülay. Aslına bakarsan, Betül’ün söylediklerini hak ettim. Söylediklerini hazmetmem zaman alacak. Betül ile bundan sonra konuşamam. Lütfen kendisine çok üzgün olduğumu, herhangi bir biçimde kendisini rahatsız etmeyeceğimi ilet. Arkadaşıyla kendisini takip etmem aslında bana yakışmayan bir davranıştı. Çok üzgünüm…

Gülay iyi bir arkadaş olmanın yanı sıra dert ortağım da oldu. Kırık kalbimi onarmam konusunda da bir hayli yardımcı oldu.

Son dersten sonra Müzikhaneye inerek bir süre keman çalıştım. İbrahim Kazan da oradaydı. Onunla dertleştim biraz.

İbrahim’in yetim yurtlarında kaldığı dönemleriyle benim Çukurova’daki mevsimlik işçilik dönemi konuşulunca, kalbimin kırık olmasının pek fazla bir önemi kalmadı.

İbrahim’le yaptığımız sohbette zaman su gibi aktı gitti.  

Derslerimde başarılı olmam, kaybolan aşkımın panzehiri olacaktı...

24 Haziran 2023 Cumartesi

İSTEMSİZ OLARAK SİGARAYA BAŞLIYORUM

28 Nisan 1962 Cumartesi, Çapa İstanbul…

Bayrak merasiminden sonra, gözlerimin içini güldüren, enerjime enerji katan, sürekli görme isteğiyle kalbimde tatlı bir çarpıntıya yol açan Betül ile en iyi arkadaşım Gülay’a iyi tatiller diyecektim ki, Betül’ün Hukuk fakültesindeki arkadaşının geldiğini gördüm.

İçim sıkıldı, yüreğim daraldı. Betül bir ‘’Hoşça kal’’ bile demeden arkadaşıyla Millet Caddesinin karşısına geçerek boynuzlu otobüslerden birini beklemeye başladılar.

Gülay’ın uyarısına rağmen, ben de aynı otobüs durağına gidip beklemeye başladım. Betül’ün bir an bana baktığını gördüysem de görmemezliğe geldim.

Derken Eminönü otobüslerden bir geldi. Onlar önden binerken ben arkadan otobüse bindim.

Neden peşlerinden gidip, aynı otobüse bindim? Aradan bunca yıl geçmesine rağmen hala anlayabilmiş değilim.

Doğru bir davranış biçimi değildi Betül ve arkadaşının peşinden gitmek. Bildiğim tek şey Betül’e olan tutkumun tavan yaptığıydı. Davranışımın hiçbir mantığı yoktu. Sadece onları içgüdüsel olarak takip ediyordum.

Eminönü otobüs durağında indiler, haliyle ben de indim. Ne yapacaklarını kestirmeye çalıştım. Betül ile arkadaşı biraz oyalandıktan sonra Beşiktaş otobüs durağına gittiler. Arkalarından ben de aynı durağa gittim. Bir ara geri dönüp takip edildiklerini farkına varan Betül’ün ilk kez bana hınçla baktığını gördüm. Bu bakış beni derinden yaraladı ise de geri dönmek yerine, aynı otobüse binme hatasını yaptım.

Betül arkadaşıyla Fındıklı durağında indi, ben de inip peşlerine düştüm. Tam İstanbul Devlet Tatbiki Sanatlar Yüksek Okulu bahçesine girerken geriye dönen Betül beni görünce iyice çileden çıktı, kendinden geçerek beni aşağılayan sözlerle adeta kovdu…

Platonik aşkımdan hiç beklemediğim aşağılayıcı sözler yaşama sevincimi adeta yok etti.

Aslında hak etmiştim. Göz yaşlarımı zor tutarak ve sallanarak oradan ayrıldım. Ne yapacağını bilmeyen bir serseri gibiydim.

Gayriihtiyari bir tekel büfesinden aldığım bir paket sigara ile bir kutu kibrit ilk sigaramı yakmama neden oldu…

Otobüslerden birine binmek aklıma bile gelmedi. Kırık kalbim ve yaşarmış gözlerimle, üst üste sigara yaparak Çapa’ya yayan olarak yürümeye başladım. Galata Köprüsü üzerinde biraz oyalandım. Yaklaşık 8 km’lik yolu iki ya da üç saatte almıştım.

Okul bahçesine girdiğimde bir paket sigara neredeyse bitmişti. Zar zor yatakhaneye çıkarak kendimi yatağıma bıraktım.

                                               *****

29 Nisan 1962 Pazar, Çapa…

‘’Akıncı, Akıncıııı…’’ sesiyle uyandığımda ‘’Neredeyim acaba, kim sesleniyor?’’ Dedim kendi kendime.

Doğrulduğumda İbrahim Kazan başucumdaydı. Biraz endişeyle bana bakan İbrahim ‘’ Ne oldu sana Akıncı…Neredeyse 18 saattir uyuyorsun. Üstelik elbiselerini bile çıkarmamışsın.’’ Dedi. ‘’Boş ver İbrahim…Gönül yarası benimki…Zamanla geçer…’’ Dedikten sonra kalktım.

Betül’ün cinsel ayırımsız arkadaşlık davranışlarını yanlış algılamıştım. Üstelik kendisine olan platonik aşkımı söyleme cesaretini bulamamıştım. Farkına varmıştı ama varmamış gibi davranmıştı.

Arkadaşıyla kendisini takip etmeden önce duygularımı açığa vurmuş olsaydım dünkü üzücü ve aşağılayıcı olayla karşılaşmayacaktım.

Karşılaştığım bu çıkmazdan kurtulabilmem için hırsımı derslerden almalıydım.

İstanbul’a gelinceye kadar, karşılaştığım her olumsuz olaydan bir biçimde olumlu sonuçlar çıkarmasını öğrenmiştim. Bu gönül yarasını da olumlu bir sonuca dönüştürmeliydim.

Sigaraya başlayışım platonik aşkımın beni aşağılaması ile başladı. Tam 30 yıl içmeme neden oldu…


22 Haziran 2023 Perşembe

PERİ PADİŞAHI SARAYI ÇAPA ÖĞRETMEN OKULU

9 Nisan 1962 Pazartesi, Çapa İstanbul…

Öyle sanıyorum ki benim gibi birçoğunuz girmekte olduğunuz bazı binalara hayran hayran bakarken bulursunuz kendinizi. 1848 yılından bu yana dimdik ayakta duran İstanbul Çapa Öğretmen Okulu binası da bunlardan biriydi.

Anıtsal bir yapı olan Çapı Öğretmen Okulu ile ilk karşılaştığım ve içine girdiğim andan itibaren kendimi adeta masallardaki peri padişahının sarayında hissetmeme neden olmuştu.

Aradan 7 ay geçmesine rağmen, hala aynı duyguları taşıyordum.

Çapa Öğretmen Okulu, benim için, masallardaki Peri Padişahının sarayı olmuş, olmaya da devam ediyordu.

Bulgaristan'dan 1951'de gelen Muhaciri bir ailenin büyük oğlu olarak, feleğin çemberinden geçmiş, geçmek zorunda kalmış ve 7 yaşında düşünsel olarak büyümüştüm.

Elbistan Alevi-Kürt köylerinden karahasanuşağı ile Hasanköy’de bir süre yaşamış, Çukurova pamuk tarlalarında mevsimlik işçi olarak çalışmış, yerfıstığı ambarı Osmaniye'de kabuklu fıstık ayıklamıştım.

ilkokulu 5 değişik il ya da ilçede bitirmiş, ilkokul 3. sınıftan itibaren, aileme ekonomik katkıda bulunabilmek için, simit ve halka tatlısı satmış, bir ara ayakkabı boyacılığı da yapmıştım.

Doğru dürüst okuma yazma bilmeyen babam, bana göre, atom karınca gibi güçlü, çalışkan biriydi ve tevekkül sahibi biriydi. Hala da öyledir.

Babama benzemiştim çalışkanlığıyla, insancıl yönüyle, her zaman olaylara olumlu bakışıyla ve en kötü durumlardan en iyi sonuçları çıkarma becerisiyle.

Yaşamındaki en büyük arzularından bir, çocuklarının üniversite bitirecek kadar eğitimlerini sürdürmeleriydi.

Bu nedenle çok çalışıyor, bilgilerimi pekiştirmek için de, başta Gülay olmak üzere, arkadaşlarıma ders anlatıyorum. Tekrarlar bilgilerimi pekiştirdiği gibi, eksiklerimi de tamalamama yardımcı oluyordu.

Derslerde soru soran bütün öğretmenlerimin gözünde çalışkan ve bilen bir öğrenci görünümü vermek için, parmaklarım hep havada oluyordu.

Başlangıçta havadaki elim nedeniyle bana söz veren öğretmenlerimin bütün sorularını doğru yanıtladığım için, soru sormaz oluyorlardı. Yazılı sınav kağıtlarımdaki bazı hatalarımı görmüyorlardı artık.

Keman, piyano ve resim dersleri dışındaki bütün notlarım 9 ve 10. du.

Çok disiplinli bir olarak, asıl dalım olan Müzik Seminerinde nota bilgin harika.

Notalarını ezbere aldığım eserleri çok güzel çalıyorum. Ne var ki, duyduğum bir melodiyi anında notaya dönüştüremediğim gibi, notaları karşımda olmayınca çalamıyorum da. Bir başka deyişle, müzikte kendimi gösteremem.

Daha İvriz Öğretmen Okulu öğrencisi iken ben bunun farkına varmıştım. Melodilere duyarlı bir kulağım yoktu.

İstanbul’da okuma şansımı yaratmak için, Vivaldi’nin Dört Mevsim eserinin giriş bölümünü hazırlayarak sınavlarda başarılı olmuş ve Çapalı olma fırsatını yaratmıştım.

Matematik ve Fen Dersleri öğretmenlerim de benim bu yönümün farkına varmış olmalılar ki bana ayrı bir özen gösteriyorlardı.

Özellikle Matematik Öğretmenim Tevfik Aras kendi dalında eğitim yapmam konusunda beni yönlendirmeye çalışıyordu.

Peri Padişahının Sarayı konumundaki Çapa Öğretmen Okulu'nda kendimi bir prens gibi hissediyordum. Bu saraydaki Prensesim de, her ne kadar haberi olmasa da, Betül Öztop idi. Kalbini çalma isteği ile yanıo, tutuşuyordum.

Gözlerimin içini güldüren, enerjime enerji katan, sürekli görme isteğiyle kalbimde tatlı bir çarpıntıya yol açan duyguydu Betül’ün kalbini çalma isteği. Bu istek beni daha da kamçılamış ve derslerimdeki başarımı bir adım daha ileri götürmüştü.

Derslerime odaklandığımda, önümdeki dersten başka bir şey görmeyen ben, mola verdiğimde Betül’ü anımsayarak rahatlıyor, tatlı bir gülümseme ile çevreme bakıyordum…

AYÖO ÜNİVERSİTE HAZIRLIK KURSLARI

  17 Haziran 1964 Çarşamba, Ankara... İstanbul Zeytinburnu'nda, güneş ışınları yattığımız odanın perdeleri arasından sızarken uyandı...