Kayıtlar

Mart, 2022 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

HASANKÖY-HASANALİLİ'DE SOSYAL YAŞAM

Resim
13 Temmuz1951 Cuma, Hasanköy… Toprak İskan Müdürlüğü tarafından iskan edilmek üzere gönderildiğimiz Hasanköy, bazılarına göre yaklaşık 400-500 yıl önce, Hasanalili deresi olarak adlandırılan derenin iki yamacında, Hasan ve Ali kardeşler tarafından, kurulmuştu. Bazılarına göre de Hasan adındaki yerleşimcinin baba adı Ali olduğundan, Hasan Ali diyarı olarak anılır olmuş zamanla. Hasanalili olarak devlet kayıtlarına geçmişti. Sonraki yıllarda Kürtçe adının Hesenelî olduğunu öğrenecektim. Köy bekçisinin anlattıklarına göre yerleşimci Hasan’ın üç oğlu tarafından oluşturulan üç aşiret üç mezranın oluşumunu sağlamıştı. Hasanalili yerine, kısaltılarak, daha çok Hasanali ya da Hasanköy olarak adlandırılıyordu. Benim hafızamda da yıllarca Hasanköy olarak kalacaktı. Aşiret ya da kabile örgütlenmesi, kan bağı ve akrabalık yoluyla ilişkide bulunan insanları içine alırdı. Aşiret, varlığını akraba evliliği yoluyla sürdürürdü. Zaten yok denecek kadar az olan tarım arazisi mülkiyetinin p...

ELBİSTAN HASANKÖY

Resim
7  Temmuz 1951 Cumartesi, Hasanköy… Yaklaşık 2 ay sonra da olsa, Edirne’den gelen anamla babama kavuşmak harika bir duyguydu. Özellikle, ailenin 3 numaralı çocuğu olan 2 yaşındaki kardeşim Şaban için daha iyi bir ilaç olamazdı anasının gelmesinden. Boşuna dememişler di ”analı kuzu, kınalı kuzu” diye… Her ne kadar Cemile Teyzem ile Fatma Nenem Şaban ile ilgilenseler de analar bir başka türlü oluyordu ki ”Anam da anaaammm…” diye sıkça ağlama krizlerine girmiş, öksürükleri artmış ve haliyle alabildiğine huysuz bir çocuk olmuştu. Karahasanuşağı Köyündeki Halil dedemlerde bir gece konaklayıp, hasret giderdikten sonra, ”yolcu yolunda gerek” dedi babam. Bir an önce Hasan Köye ulaşalım ki ailemizi neler bekliyor, görelim… Edirne’den Halil dedemlerle birlikte getirebildiğimiz yatak yorgan, kap kacak gibi eşyalarımızı yükleyecek bir araba bulmanın telaşına düşüldü. Karahasanuşağı köyünün yaklaşık 3 km doğusundaki Hasanköy’e gidilecekti. Ulaşım konusunda Karahasanuşağı köylüleri ök...

AKINCI AİLESİ BİRLEŞİYOR

Resim
6 Temmuz 1951 Cuma, Karahasanuşağı… Ağıldan bozma evin penceresinden giren sabah güneşi gözüme vurmuştu kalk dercesine. Uykum bitmişti ama yataktan çıkmak istemiyordum. Dün güzel, güneşli bir gündü. Bahar gelmiş, her tarafta çiçekler açmıştı. Yine, ‘’Anam niye gelmedi, anamı isteriiiim.’’ Diye tutturan üç numara, 2 yaşındaki kardeşim Şaban’ı sırtıma alarak çevre gezisine çıkardım. Ardımda 5 yaşındaki Mustafa da vardı. Yaklaşık 50 metre aşağıdaki Söğütlü Çayı’na gittik. Çağlayanlar oluşturarak akan deredeki balıklar ve çağlayanların sesi ile dikkatini dereye odaklamıştım. Ağlamayı kesmiş, biraz da neşelenmişti. Ardından, köye panoramik bir bakış için tepelere de tırmandık. Yorulmuştum açıkçası… Rüyamda anamı görmüş, Edirne Muhacir Misafirhanesi hastanesinde anamı ziyarete gitmiştim. Yüzü aydınlanmış, ''yakında beni taburcu edecekler Mehmet'' demişti. Heyecandan rahat uyuyamamıştım. Tekrar gerinip diğer tarafıma dönmek üzereydim ki yandaki odadan gelen mırıltılar...

KARAHASANUŞAĞI KÖYÜNDE SOSYAL YAŞAM

Resim
16 Haziran 1951 Cumartesi… Karahasanuşağı Köyüne geleli yaklaşık 40 gün oldu. Köyde yaşayanları, 7 yaşındaki çocuk aklımla, tanımaya ve anlamaya çalışıyorum. Başka bir deyişle, köydeki sosyal yaşamı anlamaya çalışıyorum. Edindiğim ilk izlenimlerimden biri, Alevi Kürtlerinde haremlik selamlık yoktu. Üstelik akraba evlilikleri baskın çıktığından, herkes birbirini yakinen tanıyor ve teklifsizce evlerine girip çıkıyorlardı. Sünni gelenekte haremlik selamlık uygulaması vazgeçilemez bir gelenekti. Teklifsizce gidip gelmek olmazdı.  Hele evin erkeği evde yoksa, muhtar dahil olmak üzere hiçbir erkek bu eve giremezdi.  Oysa haremlik selamlık uygulamasının olmadığı köyde, kadınlarımız ve gelinlik kızlarımız bu durumdan oldukça rahatsız olmuşlardı.   Aşiretlerde ve feodal topluluklarda akraba evlilikleri yoğun olarak kendini gösterirdi. Kan bağı ve akrabalık yoluyla ilişkide bulunan insanları içine alırdı.  Aşiret, varlığını akraba e...

ELBİSTAN KARAHASANUŞAĞI KÖYÜ

Resim
18 Mayıs 1951 Cuma, Karahasanuşağı… Halil dedemin köy muhtarından öğrendiğine göre Moğol istilasından kaçan Karahasanlıların ilk yerleşim yeriydi Karahasanuşağı. Elbistan'ın merkez köylerinden biriydi. Köy, karasal iklimin etki alanı içerisinde olup, ekonomisi büyük ölçüde hayvancılığa dayalıydı. Ceyhan Nehrinin kollarından biri olan Söğütlü Çayı’nın iki yakasına kurulmuş olan köyün arazi yapısı, hayvancılık için elverişli ancak yok denecek kadar az olan tarım arazisi çiftçilik için uygun değildi. Sulu alanlar dışında kayda değer bir bitki örtüsü yoktu. 1951 yılında bu köylerin görüntüsü köy altı yerleşimler olarak bilinen mezralar tipindeydi. Mezralar genellikle küçük ve az nüfuslu olup, su kaynaklarına yakın olurlardı. Dağınık dokulu yapıya sahiptiler. Evler arasındaki uzaklıklar 500 metre ile 1500 metre arasında değişirdi. Elbistan köylerindeki Sosyo-ekonomik yapı bizlere her yönüyle çok yabancıydı… Kapana kısıldık duygusuna kapılmıştık. İlk günlerde biraz meraktan biraz...

KARAHASANUŞAĞI KÖYÜ'NDEYİZ

Resim
7 Mayıs 1951 Pazartesi, Elbistan… Elbistan’ın Alevi Kürt köylerinden biri olan Karahasanuşağı (Qeresenon) köyündeyiz… Dün öğleden sonra Toprak İskan Müdürlüğü yetkilileri tarafından yerleştirileceğimiz köyler açıklandı. Her köye birer aile olarak dağıtılmıştık. Dedem Halil Kurtuldu, 7 kişilik ailesi ve 3 torunuyla Elbistan’ın yaklaşık 50 km doğusundaki Karahasanuşağı köyüne gönderiliyordu. Edirne Muhacirhanesi hastanesine ince hastalık teşhisiyle yatırılan anamın, refakatçi olarak kalan babamla birlikte, tedavi sonrası bize ulaşıncaya kadar iki kardeşimle birlikte ben de Halil dedemlerle birlikte bu köyde kalacaktık. Bu dağıtım hiç iyi olmamıştı. Bulgaristan’dan koparıldığımız gibi burada da birbirimizden koparılmıştık. Diğer bütün Karagözler Muhacirleri gibi bizi de derinden yaralamıştı. Sabah kahvaltısından sonra, saat 08:30 civarında, Elbistan Kaymakamlığı tarafından sağlanan bir araçla yolcu edildik.  Elbistan’dan yaklaşık 50 km doğusundaki Karahasanuşağı Köyü’ne ulaşmak, ...

ALEVİLERİN PAYİTAHTI ELBİSTAN

Resim
12 Mayıs 1951 Cumartesi, Elbistan… Bizlere tahsis edilen çadırın deliklerinden giren güneş ışınlarıyla birlikte uyandım. Halil Dedemle Fatma Nenem sessizce sohbet ediyorlardı. Mustafa dayım dışında herkes kalkmıştı. 5 yaşındaki kardeşim Mustafa ile 2 yaşındaki kardeşimiz şaban da uyuyordu. Güneş bir minare boyu yükseldiğinde kahvaltı etmek için karavanaların önünde sıraya girdik. Kazanlardan tarhana çorcasının yanı sıra yeterince ekmek verdiler. Kahvaltı esnasında şaban biraz huysuzluk yaptıysa da anasızlığa uyum sağlıyor gibi geldi bana. Kahvaltıdan sonra, meraklı bir çocuk olarak çevreyi kolaçan ettim. Yöre insanları kuşkulu ve meraklı gözlerle bizlere bakıyorlardı. Bizlerden farklı bir şive ve aksanla konuştuklarından anlamakta zorlandım. Bulgaristan’daki köyümüzle uzaktan yakından hiçbir benzerliğin olmadığı bir bölgenin yanı sıra dilleri, inanışları, gelenek ve görenekleri bizlerden çok farklı olan bir sosyal topluluk içindeydik. Soran ve endişeli gözlerle kendisine baktığımı ...

ŞARDAĞI ETEKLERİNDEKİ ELBİSTAN

Resim
11 Mayıs 1951 Cuma, öğleden sonra… Bin bir zorlukla ulaştığımız Sardağı eteklerindeki Elbistan, denizden yaklaşık 1200 metre yükseklikte olan bir havzada kurulmuş olup  etrafı, yüksekliği yer yer 2000-3000 metreyi geçen dağlarla çevrilmişti.  İlçenin en geniş ovası, kendi adıyla anılan Elbistan ovasıydı y er aldığı bu havza 3000 metreye varan yüksek dağlarla çevrilmiş olup, derin, uzun geçitler ve boğazlarla kaplıydı. Bu nedenle, bir yerleşim yerinden diğerine geçilmesi çok zordu. Havzanın Batı ucu, yüksekliği zaman zaman 2.500 metreyi geçen Binboğa Dağları ile sınırlanmıştı. Güneyinde ise 3050 metre yüksekliğinde Berit ve 3090 metre yüksekliğinde Nurhak dağı havzanın en yüksek noktalarını oluşturuyordu. Bizim yolculuğumuzdaki felaket yolu olarak tanımlanan bölüm, Gâvur Dağı olarak anılan, aslında Nurhak Dağları içindeydi. Gâvur dağlarını zorlukla aşarak ulaştığımız Elbistan hakkında ilginç bilgiler edinmiştim Maraş’ta… Elbistan 13. Yüzyılda Dulkadiroğluları Devletinin me...

MARAŞ -GÖKSÜN FELAKET YOLU

Resim
1 1 Mayıs 1951 Cuma , Elbistan… Dün öğleden sonra muhacir kağıtlarımızla birlikte dağıtım yapıldığımız köyleri gösteren belgeler de verildi… Elbistan köylerine, birer aile olarak, dağıtım yapılmıştı. Halil Kurtuldu ailesi Elbistan Karahasanuşağı Köyü’ne gönderiliyordu. Halil dedem, Fatma ninem, Cemile teyzem, dayılarım Hüseyin, Kerim, Yusuf ve Mustafa ile birlikte biz üç kardeşi de kattığımızda 10 kişilik bir aile olmuştuk. İnce hastalık teşhisi konulan anam Edirne Göçmen Misafirhanesi hastanesine yatırılmış, babam da refakatçi olarak kalmıştı. Anamın iki ay sürecek bir tedavi dönemi olacaktı. Kardeşlerimden 2 yaşındaki Şaban bu ayrılığa nasıl dayanacak tı, dayanabilecek miydi? Bu şekilde bir dağıtım hiç iyi olmamıştı. 600 yıllık topraklarımızdan koparıldığımız gibi şimdi de Karagözlüler birbirinden koparılıyordu. Bu şekildeki bir dağıtım bütün aileleri çaresiz ve perişan bırakmıştı.  Yapılan itiraz ve yalvar yakarışları yetkililer, köylerin birbirine yakın olduğunu söyleyerek...

MONDROS MÜTAREKESİ'NDE MARAŞ

Resim
7 Mayıs 1951 Pazartesi, Maraş... Dört gün süren Edirne-Maraş yolculuğu süresince trendeki görevlilerden edinilen bilgiler bu kadim şehir hakkında bizleri aydınlatmıştı. 1914'de başlayıp 1918'de sona eren Birinci Dünya Savaşı'na Osmanlı Devleti, İttifak Devletleri yanında katılmıştı. Savaş İttifak Devletlerinin yenilgisiyle sonuçlanmıştı. 30 Ekim 1918'de Osmanlı Devleti ile İtilaf Devletleri arasında imzalanan Mondros Ateşkes Anlaşması'nın 7.Maddesi; "İtilaf Devletleri güvenliklerini tehdit edecek bir durumun ortaya çıkması halinde herhangi bir stratejik noktayı işgal hakkına haiz olacaktır.'' biçiminde düzenlenmişti. Bu maddeyi kendi çıkarlarına göre yorumlayan İtilaf Devletleri, ülkenin stratejik ve ekonomik bakımdan değeri büyük ve önemli bölgelerini işgale başladılar. Maraş da bu işgal sahaları içinde yer aldı. İngilizlerin 7. Maddeyi çıkarları doğrultusunda değerlendirmesi üzerine ilgililer, silah ve cephaneleri batı köylerinin ormanlıkları ...

ANTİK MARAŞ MARKASİ

Resim
5 Mayıs 1951 Cumartesi, Maraş… İki gün oldu Maraş'a geleli. Bizim için yabancı olduğu gibi tarih kokan bir şehir Maraş.  Oldum olası öğrenmeye aç, meraklı bir çocuktum. Konuşulanları dikkatli dinlediğim gibi, soru işaretleri varsa bıkıp usanmadan dayılarıma ve diğer büyüklere sorardım. Edirne’den Maraş’a kadar yaptığımız 4 günlük yolculuk sırasında gönderildiğimiz yerler hakkında anlatılanları can kulağı ile dinlemiştim. Güneydoğu Toroslarının uzantılarından biri olan Ahır Dağları’nın güney eteklerindeki alçak tepeler üzerine kurulmuş olan Maraş’ın Antik adının Markasi olduğunu öğrendim. ***** Hititlerin dağılma döneminde kurulan Hitit Kent devletlerinden Gurgum’un merkeziydi Markasi… Gurgum kent devleti aralıklarla Urartular, Asurlular, Medler, Persler, Romalılar ve Pontus arasında el değiştirmişti. Bizans döneminde Marasion adıyla anılmış olan Markasi 16. Yüzyıl başlarında Osmanlı topraklarına katılmış ve 1831’de adı Maraş olarak değiştirilmişti.  1898’...

MARAŞ DEDİKLERİ YER NERESİ Kİ

Resim
3 Mayıs 1951 Perşembe, Maraş… Uzunca çalan tren düdüğü ile gözlerimi açtım... Konuşmalardan, Maraş garına girmekte olduğumuzu anladım. Gelenek ve göreneklerini bilmediğimiz, zorunlu olarak geldiğimiz, gurbetlik duygumuzun ağırlaştığı Maraş’taydık sonunda. Köyümden, anam ve babamdan beni koparan Maraş’ı sevmemiştim çocuk aklımla… İnsanların doğup büyüdükleri yerler, akrabalar, arkadaşlar ve anılarla kopmaz bağları vardır.  Yerinden, evinden ayrılan kişi kendini gurbette hisseder. Kalbi hasretle dolar. Doğduğu yere, anılarına, topraklarına dönmek ister.  Maraş’a inince aynen bu duyguları yaşadık Karagözlülerle. Üstüne üstlük ‘’İnce hastalık teşhisiyle’’ anamın ve ona eşlik edecek babamın da Edirne’de kalmış olması katmerleştirmişti içimdeki gurbetlik duygusunu. ***** Bilinemeyenlenler... Gizemli 0lanlar, gizemli yerler korkutur insanları... hakkında hiçbir şey bilmediğimiz Maraş dedikleri yere gelirken biz de korktuk. Maraş yolculuğunda geriye, geçmiş yıllara gitmişti...

MARAŞ İL EMRİNE GÖNDERİLİYORUZ

Resim
29 Nisan 1951 Pazar, Edirne… ‘’ Anamı isteriiiim… Onsuz bir yere gitmeeem… Anamı isterim anamııı.’’   diye b irden acı bir çığlık kopmuştu.   Ortalığı birbirine katan acı çığlığı höyküren iki yaşındaki kardeşim Şaban’dı… Maraş yolculuğu başlamadan önce ‘’ince hastalık’’ teşhisi konularak revire yatırılmış olan anamı ziyarete gitmiştik. Birkaç ay tedavi görmesi gerektiğini söylemişti doktorlar. Babam da anamla Edirne Muhacir Misafirhanesi hastanesinde kalacaktı. Ne olur ne olmaz diye anam Şaban’ı kucağına almadığı gibi öpmek de istememişti. Kucağa alınmayan ve öpülmeyen Şaban huysuzlanmış, ayrılma saati geldiğinde anasının yatakta kalmasını kabullenememiş ve basmıştı çığlığı. İki yaşındaki kardeşim Şaban’ın tepkisi anasız yollara çıkacak olmasınaydı… Çığlık çığlığa tepinmekte ve ağlamakta olan kardeşimizi Cemile teyzemle anneannem güçlükle yatıştırdılar. Çocuklarla arası oldukça iyi olan Kerim dayım da ilgisini dağıtmakta teyzeme yardımcı oldu. Bu arada anam ağl...

EDİRNE'DE AKINCI SOYADINI ALIYORUZ

Resim
27 Nisan 1951 Edirne... Bulgaristan'dan dün geldiğimiz Edirne Göçmen Misafirhanesinde konuk edildik. İnce hastalık teşhisi konulan anam başta olmak üzere, diğer ailelerden de hasta olanlar hastaneye yatırıldılar. 2 yaşındaki kardeşim şaban'ı avutmak oldukça zor oldu. Bugün kimlik bilgilerimiz yeniden düzenleniyor. Başta soyadlarımız olmak üzere, meslek ve yerleştirileceğimiz yerler yer alıyordu yeni kimliklerimizde birlikte. Balkanlardan gelen muhacirlerde, aile reisi babasının adını soyadı olarak kullanmaktaydı. Oysa Türkiye’de Soyadı Kanunu uyarınca baba adı soyadı otomatik olarak alınamıyordu. Bulgaristan'dan kurtulmanın şerefine, Halil dedem ailesine ‘’Kurtuldu’’ soyadını aldı. Babam, Bulgar mezaliminden kurtulmak için yaptığımız göçü bir akın olarak değerlendirmiş olacak ki ailemize ‘’Akıncı’’ soyadını aldı. Edirne'ye girdiğimizde ''Ahmet Mustafa Durgud'' ailesiydik. Bundan böyle Ahmet Akıncı Ailesi olarak Türkiye'de yer alacaktık. '...