28
Mart 1951 Çarşamba, Karagözler…
Göç
hazırlıklarının sürdüğü bu günlerde köyde hem hüzünlü
hem de tatlı bir telaş olduğunu hissediyorum. Babam çok konuşkan
biri olmadığından, olup bitenleri daha çok anamdan öğreniyorum.
Geleneklerimiz
uyarınca büyüklerimize, özellikle babalarımıza her şey
sorulamazdı. Daha çok analardan öğrenilirdi birçok şey. Komşu
kadınlarla yaptıkları sohbetlerde, kulağınız delikse,
istediğiniz her şeyi öğrenebilirdiniz.
Köydeki
hüzünlü telaşın nedeni Karagözler ’den bazı ailelerin
Türkiye’ye göç kararı almış olmalarıydı. Bu karardan ötürü
bazı aileler parçalanacaktı.
Bir
çözüm bulunmazsa parçalanacaklar arasında birbirine gönül
vermiş iki genç de vardı. İki aile uzun süre düşünüp
taşındıktan sonra bu iki gencin evlendirilmesine karar vermişti.
Sevinçli
telaşın nedeni bu iki gencin evlendirilecek olmasıydı. Anamın
komşularıyla konuşmalarından bu sonucu çıkarmıştım.
Düğünlerle
ilgili adetler, gelenek ve görenekler daha çok Balkanlarda kök
salmış ve sıkı sıkıya korunmuştu. Korunmuştu çünkü tersine
dönen göç olaylarında ayakta kalmanın yoluydu gelenek ve
göreneklerle inançlarına sıkı sıkıya sarılmak. Doğum kadar
kutsal olan Düğün de bunlardan biriydi.
Düğün,
düğün öncesi ve düğün sonrası uygulamalar ya da diğer bir
deyişle “evlenme süreci”, evlenen çift ve yakın akrabaları
için olduğu kadar, üyesi bulundukları toplum ya da topluluk için
de son derece önem taşımaktaydı.
Evlilik
olayı, toplumdaki bireylerin hayatında önemli bir dönüm
noktasını oluşturmaktaydı. Gerek kızın ve gerekse erkeğin
sosyalleşme sürecinin önemli bir aşaması oluşturuyordu.
Diğer
taraftan aileler arasında kurulan dayanışmayı, toplumsal ve
ekonomik ilişkiyi belirlemesi ve düzenlemesi bakımından birçok
toplum ve kültürde, doğumdan sonraki en önemli ve en sevindirici
olay olarak görülmekteydi düğünler.
Birbirine
gönül vermiş iki gencin evlendirilmesi kararı Karagözler ’deki
göç olayının oluşturduğu hüzünleri bir ölçüde perdeledi ve
yaşama sevincinin artmasına neden oldu.
Düğün
hazırlıkları için, özellikle kadınların ve genç kızların
tatlı bir telaşa girmelerine neden oldu. Geleneksel başlık parası
aileler arasında sorun olmadı. Her iki taraf da anlayışla düğün
hazırlıklarına koyuldu. Gelenekler uyarınca damat adayının
ailesi kız ailesine, hediyeleriyle birlikte, kız istemeye gittiler.
Hediyeler
verilip, gelin adayı tarafından sunulan kahveler ve şerbetler
içildikten sonra sohbetin ilk konusu Türkiye’ye göç olayı
oldu. Her ne kadar Anavatan olarak bilinse de Türkiye coğrafi
olarak yabancı gelecekti göçenlere. Gidenler belki de farklı
yerlere dağıtılacaktı. Bulgaristan’dan kopanlar birbirinden de
koparılacak mıydı acaba? Sorusu beyinlere burgu gibi giriyordu.
Ortam
hüzünlenmeye başlamıştı ki damadın babası araya girerek
‘’Allah’ın emri, Peygamberin kavli ile kızınızı oğlumuza
istiyoruz. Rızanız olursa usulüne uygun bir düğün de yapalım
elden geldiğince’’ Dedi.
Kız
babası bir süre önce kahveleri yapmış olan kızına dönerek
‘’ne diyorsun kızım’’ sorusunu yöneltti. Olumlu baş
işaretini alınca da ‘’Hayırlı olsun, bir yastıkta
kocasınlar.’’ Dedi. Böylece düğün hazırlıkları da
başlamış oldu.
Geleneksel
yapıdaki birçok toplumda ‘’Çeyiz’’, damadın başlık
parasını ödemek için yaptığı masraflara karşılık, gelin
ailesinin bir jesti olarak görülürdü.
Bu
değiş-tokuş, taşıdığı ekonomik nitelik dışında evliliğin
onanması anlamına geliyor ve iki aile arasındaki dostluğun
sağlamlaştırılmasında etkili oluyordu.
Ne
var ki ortada bir göç olayı vardı. Gelin ailesi başlık parası
üzerinde durmadığı için damat ailesi de gösterişli bir çeyiz
hazırlamak yerine zorunlu birtakım giysileri hazırlama yolunu
seçtiler.
Perşembe
akşamı, komşu köylerden tutulan çalgıcılar davul ve
zurnalarıyla bütün Karagözler Köyü sakinlerine düğün
kararını duyurarak hazırlıklar başlatılmış oldu. Havaların
dondurucu soğukları ve yarım metreye yakın kar bile yumuşamıştı
bu karar karşısında.
Gelin
evinde ‘’Kına Gecesi’’ telaşı vardı. Kına yakmak
eski İslam geleneklerindendi. Kınanın eşleri birbirine sevgili
yaptığı, bir ömür boyu aşklarının devamını sağladığı
inancı vardı.
Ayrıca
kınanın evlenecek çiftleri nazardan ve kötülüklerden
koruyacağına inanılmaktaydı. Kına gecesine gelin ve
damadın yakın akrabaları ve arkadaşları katılırdı. Kına ile
birlikte, düğünün başladığı anlamına gelen bayrak asılmıştı.
Geleneklere
göre Kına Gecesi olarak belirlenen gece, Kız Tarafı için hüzünlü
ve kahırlıydı çünkü genç kız artık yuvadan uçmaktaydı.
Hele yuvadan uçmakta olan kız Karagözler ’den Türkiye’ye
uçmak üzereyse kız tarafının hüznü katmerlenmekteydi.
“Yüksek
yüksek tepelere ev kurmasınlar,
Aşrı
aşrı memlekete kız vermesinler. “
Türküsü
daha bir duygulu söyleniyordu kına gecesinde. Bereket gözyaşları
sel olmasın diye Kına gecesine katılan kadınlardan bazıları
“zilli maşa” ile gönül açıcı bir türkü tutturmuşlardı
da ortalık biraz neşelenmişti. Bir süre sonra ailesinden ve
Karagözler ‘den kopacak olan gelinin gözyaşlarına boğulması
önlenmişti.
Kına
gecelerinde söylenen türküler ağır tempolu ve hüzünlü sözlü
olabildikleri gibi, arada neşeli ve oynak türkülerin de
söylendiği, davetlilerin gelini neşelendirmeye çalıştıkları
görülen uygulamalardandı.
Kız
evindeki hüzne karşılık Erkek Evinde tam bir eğlence ve sevinç
akşamı olmaktaydı genelde. Erkek evinde türküler söylenip
oyunlar oynanmaktadır. Gelin alabilmenin sevinci ve heyecanı Erkek
Evindeki tüm “hısım akraba”, dost-arkadaş davetlileri sarmış
olduğundan geç vakte kadar eğlenceler sürerdi.
Ne
var ki gelinin ailesinden ve köyünden koparılmış olmanın hüznü
erkek evini de etkilemişti.
Çalgıcıların
cuma günü öğle vakti davul ve zurnalarını çalarak Erkek Evine
gelmesiyle düğün hazırlıkları hız kazanmıştı. Konukları
damadın annesi karşılamış ve kendilerine havlu, peşkir, gömlek
gibi “bahşişler’’ vermişti.
Yöresel
oyun havaları çalarak Erkek evine gelen çalgıcıları damadın
yakın arkadaşlarından biri gözetip, yönlendiriyordu.
Derken
ezan sesi duyuldu ve davullarla zurnalar sustu. Aklı eren bütün
erkekler Cuma namazını eda ettikten sonra, köy halkınca özel bir
saygı ifadesi olarak kabul edilen “düğüne çalgıcıyla
çağırma” geleneğini yerine getirmek için çalgıcılar cami
önünde yerini almışlardı.
Karagözlüler
davul ve zurna eşliğinde düğün evine gittiler. Akrabalar ve
komşular tarafından Düğün evine getirilen börekler, çeşitli
tatlılar ve baklavalar, müzik eşliğinde yenildi, içildi ve
dualar edildi.
Cuma
akşamı, damat ve arkadaşları davulların eşliğinde köyün
berberine gittiler ‘’Damat Tıraşı’’ için. Damat tıraş
edilirken, adet olduğu üzere çalgıcılardan biri “tokmak
kırıldı” diyerek birden davul sesini kesti.
Davulların
çalınmasının sürmesi için damadın bir miktar para vermesi
gerekmişti. Davullar tekrar çalmaya başladı.
Damadın
en yakın arkadaşlarından seçilen Sağdıcın tıraşı, damat
tıraşının hemen ardından yapılmıştı. Daha sonra da sırasıyla
tüm yakın akrabalar tıraş edilmişlerdi.
Damat
tıraşından sonra yine çalgıcılar eşliğinde Erkek evine
gidilmişti. Gençler arasında geç saatlere kadar süren bir
eğlence, yaşlıların toplandığı kahvehanede son buldu.
Cumartesi
günü öğleden sonra civar köylerden özel olarak bayraklarıyla
gelen davetliler, davul-zurna eşliğinde köy meydanından alınıp
Erkek Evine götürülmüşlerdi. Geleneksel olarak hazırlanan bu
“bayraklar, davetlilerin Erkek Evine karşı olan saygılarının
birer göstergesi sayılmaktaydı.
Genellikle
uzun bir sopanın ucuna, uzunluğu 3 metre ile 10 metre arasında
değişen havlu ya da beyaz peşkir bağlanarak oluşturulan
“bayrağın” tepesine çiçeklerden yapılmış süslü bir taç
ya da gösterişli bir demet takılmaktaydı.
Düğün
Evine gelen “bayraklar”, herkesin görebileceği şekilde avluya
dizilmişti. Bu bayrakların dışında büyük ve süslü bir bayrak
Erkek Evi tarafından hazırlanmakta ve evin samanlığının
tepesine dikilmekteydi. Bu bayrağa, “Düğün Bayrağı” adı
verilmekteydi.
Osmanlı
döneminde bu bayrak genellikle Ay-yıldızlı Türk Bayrağı olarak
karşımıza çıkmaktaydı. Bulgaristan’da yıllardır Türk
Bayrağının taşınmasının yasak olduğu göz önünde
bulundurulacak olursa, söz konusu “bayrak taşıma” geleneğinin
böyle bir değişime uğrayarak simgeleştirildiği düşünülebilir.
Cumartesi
akşamı oldukça büyük bir sundurma altındaki sedirler üzerine
imece usulüyle hazırlanan yemekler yendikten sonra dualar edildi ve
evlenmekte olan gençlere ömür boyu mutluluklar dilendi.
Gelin
evinde de takı takma töreni gerçekleşmişti. Takı töreninden
sonra erkek tarafı davul ve zurnaların eşliğinde gelini baba
evinden alıp koca evine götürdüler.
Gelecekte
oturacağı evin eşiğinden içeri adımını atması için
kaynanası tarafından ikna edilmeye çalışılan geline hediyeler
sunuldu. Bunları kabul eden gelin kaynanasının elini öperek
teşekkür ederek eve girdi.
Havanın
kararması ile birlikte evde dini nikâh kıyıldı. Saat 22.00
sularında gençlerin, yalnız bırakılarak “Gerdek Gecesine”
girmeleri uygun görülmekteydi.
Geleneksel
olarak gelinle damadın bir araya geldikleri ilk gecenin
başlangıcında yatak odasının kapısından içeri girmek üzere
olan damadın sırtına, yakın arkadaşları, biraz da şaka ile
karışık, hafifçe vurarak içeri itmişlerdi. Bu âdete “Damat
Kapama” adı verilmekteydi.
Gelinin
duvağını açmadan önce, damat tarafından “Yüz Görümlülüğü”
adı verilen ve genellikle altın kolye ya da bilezikten, herhangi
bir ziynet eşyasından oluşan hediyenin, verilmesi adettendi.
Bütün
gelenek ve görenekler yerine getirilmiş ve birbirine gönül veren
iki genç kavuşturulmuştu. Bu mutlu son hiç olmazsa birkaç gün
hüzünlü göç olayını Karagözlülere unutturmuştu.